GÖRÜNTÜLÜ

'Kürtlerin Astana’ya götürülmemesi başından iflas demektir'

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun: Kürtlerin Astana’ya götürülmemesi Astana’nın başından, iflası demektir. Demokratik Suriye Federasyonu güçlerinin katılmadığı bir çözüm biçiminin, gelişme şansı çok zayıf, hatta sıfırdır.

KCK Yürütme Konseyi üyesi Rıza Altun, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Röportajın ilk bölümünde, Suriye’de derinleşen krizi ve bu krizin taraflarını üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Suriye’yi kaostan çıkarmaya dönük, sistemsel olarak, Suriye için geliştirilen federasyon sistemi oluyor. Rojava’da halkların gündeminde olan federasyon sistemi, sizin de Hareket olarak savunduğunuz demokratik modernite sistemini kendi bağrında yaşatacak mıdır?

Suriye’deki mevcut sorunları ve Suriye krizini çözmek ancak demokratik bir Suriye ile mümkün olabilir. Demokratik bir Suriye’de, Suriye’nin sosyal ve tarihsel durumu dikkate alındığında en doğru yaklaşımın, ancak federasyon olabileceği ortaya çıkmıştır. Çünkü Suriye, çok değişik toplumsal kesimlerden meydana geliyor. Etnik topluluklar oldukça çoktur. Başta Kürtler olmak üzere, Êzidîler, Asuriler, Süryaniler, Çeçenler ve Türkmenler var, yani birçok toplumsal kesim var.  Bir de farklı dinsel topluluklar ve farklı mezhepsel topluluklar vardır.  Geçmişte Suriye’nin durumunda, bütün bu toplulukları adeta birbirine düşman etmek temelinde bir iktidar, Suriye’de söz konusuydu. Tarihsel olarak da böyle gelmiştir. Zaten şuan içinde yaşadığımız kriz de, bunun krizidir.
 Çok farklı toplumsal kesimlerin olması ve toplumsal kesimlerin kendini ifade imkanlarının olmaması. Daha önce kurulan siyasi rejimler ise bir etnik güce dayalı bir rejim olmuşlardır. Ve son olarak, ulus devlet zaten bunun en üst düzeydeki temsilidir.  Herkesi reddederek, inkâr ederek ve herkes üzerinde aşırı baskı geliştirerek oluşturulan bir devlet, üniter bir devlet sistemi vardı. Esas sorun bu ve kriz bundan geliyor. Tüm Ortadoğu’da olan sorun budur ama Suriye’de biraz daha çok böyleydi.  Şimdi bu son beş yıl, bu kriz, büyük çatışmalara dönüştü.  Yani bölgedeki hegemonik güçler, uluslararası güçler, Ortadoğu planlarını, Ortadoğu’daki çıkarlarını, adeta örgütlemek için buradaki bu durumu çok iyi kullanmak gibi bir yönelim içine girdiler. Bu da bilinen, Suriye gerçekliğini ortaya çıkardı.

DEMOKRATİK BİR SURİYE İLE SORUNLAR ÇÖZÜLEBİLİR

Şimdi bu gerçek nasıl çözülecek? Gelip tıkandığı yer burasıdır. Eğer eskisi gibi bir Suriye rejimi düşünülüyorsa ki bu mümkün değil ve bu kabul görmedi. Bölgesel durumlar, uluslararası güçlerin katılımı ile bu, doğru görülmedi. Bunun böyle gitmesi mümkün görünmüyor.  Şimdi doğal olarak, Suriye’nin eskisi gibi bir sistemle gitmesi, mümkün değil.  Eğer bunda ısrar edilirse, o zaman üç yıllık, beş yıllık savaşı neye bağlamak gerekiyor? Bunun dışında bir çözüm gelişmesi gerekiyor Suriye’de.  Ancak demokratik bir Suriye’nin ortaya çıkması ile sorunlar çözülebilir. Ve belli bir istikrar gelişebilir. Suriye’nin temel sorunu da bu bildiğimiz sorunlardır. Eğer Kürtlere hakları verilmezse, Asurilere hakları verilmezse,  Êzidîlere, Hıristiyanlara, Müslümanlara ve çeşitli mezheplere hakları verilmezse, ne demokratik bir Suriye ortaya çıkabilir, ne de bu kaos aşılabilir.
O zaman yapılması gereken en doğru şey, Suriye’nin bütünlüğünü koruyabilmek için bütün bu toplulukların kendisini özgürce ifade ettiği, bir siyasal sistemin ortaya çıkmasıdır. Şimdi bu siyasal sistemler için çeşitli modeller var. Modeller üzerinde tartışılabilinir ama bu modeller içerisinde,  Suriye için en uygunu, bizim demokratik konfederalizm dediğimiz durumun ortaya çıkmasıdır.  Yani Kuzey Suriye Federasyonu diye tabir edilen, bölgenin dışında da değişik federal bölgelerin oluşturulması ve bu federal bölgelerde, herkesin kendisini ifade edeceği, bir durum ortaya çıkarılmalıdır. Ve bunun üzerine, demokratik bir Suriye inşası geliştirilmesi gerekiyor. Ancak çözüm bu olabilir. Bunun dışında herhangi bir çözüm mümkün değildir. Suriye için çözüm mümkün değildir. Bunun dışında, bazı yollar denenmeye kalkışılırsa, Suriye’deki kriz daha fazla derinleşir ve çatışmalar çok daha büyük boyutlara ulaşır. Şu anda bunu tek bir doğru olarak savunan, yani Suriye’deki çözümü tek bir doğru temelde savunan, Suriye’deki demokratik güçlerdir. Başta, PYD ve YPG olmak üzere, QSD içerisinde birleşen güçler, Suriye’nin gerçek anlamda bir öz ve demokratik gücü olarak, birlikte demokratik bir Suriye’nin oluşturma gücü olarak, onlar bir temsil düzeyi yakalamaya çalışıyorlar. Ancak bunun dışında, hala sorunlar tümden çözülmüş değil. Demokratik Suriye ya da Kuzey Suriye Federasyonuna dayalı bir Suriye gerçeğine, hemen oldu, bitti gibi bir yaklaşım içerisinde olmak doğru değil. Sorunlar hala çözülmemiş. DAİŞ, hala toprakların üçte ikisini ya da hemen hemen yarısını kontrol ediyor.  Nusra gibi yine Türkiye ve Sudilere bağlı, birçok çete gücü, ülkede belli bir hakimiyet sağlamışlar. Bunun üzerine Türkiye, Rusya, İran, Amerika ve birçok güç, Suriye’de hala federal bir Suriye, demokratik bir Suriye yapısına gelmeden, çatışmaları sürdürmektedirler.  Ancak bunun aşılması durumunda, yani bütün bunların aşılması durumunda gerçeklik ortaya çıkar.

BİZ MUTLAK BÖYLE OLACAK ŞEKLİNDE BİR YAKLAŞIM GÖSTERMİYORUZ

Şimdi bizim demokratik konfederalizm ile uyuşması noktası şu; biz kalıpları çizilmiş, mutlak böyle olacak, şeklinde bir paradigmasal yaklaşım göstermiyoruz. Bunun çok iyi bilinmesi gerekiyor. Biz daha çok toplumların tarihsel yapısı, toplumsal yapısını göz önünde bulundurarak, daha çok belirlediğimiz demokrasinin kriterlerine uygun, siyasal yapıların oluşmasıyla sorunların çözüme kavuşabileceğine inanıyoruz.  Şimdi demokratik konfederalizm dediğimiz olgu, çok farklı durumları kapsayarak, bunu kendisinde ifade edebilir. Mesela Suriye’nin şuanda, PYD öncülüğünde geliştirdiği Kuzey Suriye Federasyonu, buna çok yakın bir durumdadır.  Yani bizim ön gördüğümüz demokratik konfederalizme, yakın bir durumdadır. Ama birebir bütün her şeyin inşa edildiği, halkların güvenceye alındığı, herkesin kendisini ifade etme özgürlüğüne kavuştuğu, bir düzey hala yakalanmış değil.  Eğer böyle devam edilirse, mutlaka demokratik bir Suriye ve demokratik konfederalizm dediğimiz bir durumun ortaya çıkması, sonuca götürür.  Bir yandan bunun çalışmaları yürürken, diğer yandan da savaşta öz savunma güçleri ile kendi sistemlerini sağlamak ve bir de buna yönelik gelebilecek saldırılara karşı, kendi mücadelelerini yürütmek gibi bir düzeyle sınırlıdır. 

Sözünü ettiğiniz, Suriye’deki krizi, ulus devletin güçlenmesi ya da çözülmesi olarak ele alabilir miyiz?

Genelde biz, ulus devletlerin büyük bir çözülme süreci içerisinde olduklarını düşünüyoruz. Kapitalist modernitenin geliştirmiş olduğu bir durumdu bu, yani ulus devlet sistemleri. Fakat ulus devlet sisteminin geldiği nokta, çok sorunludur.  Çok aşırı sorunludur ve bulunduğu yerde kendisini bile geliştirmesi ve korumasında sorun olan bir durumdur. Ve onun için bunun aşılması gibi bir durum, aslında herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Mesela ‘Yeni Dünya Düzeni’ dedikleri, ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ dedikleri durum, bir yanıyla ulus devlet sistemlerinin, artık kapitalizmi temsil edemeyecekleri bir düzeyde, özgürlüklere hiç fırsat vermeyecek bir düzeye gelmesidir. Bu genel için geçerlidir. Kapitalizmin genel krizlerinden bir tanesidir. Ya çeşitli restorasyonlarla bu durum aşılmak isteniyor, ya da büyük olayların çıkmasına neden oluyor.

ULUS DEVLETİ TARİHSEL ÇELİŞKİLER ÜZERİNDEN İNŞA ETTİLER

Şimdi böyle olunca, doğal olarak Suriye’deki durumda buna tekabül ediyor aslında. Fakat Suriye’deki durumu, biraz da tarihsel derinlikleriyle ele almak gerek.  Yani Suriye sadece, ulus devletle izah edilirse, çok fazla anlaşılamaz. Yani ulus devletin kendisini inşa ettiği, toplumsal zemin ya da  coğrafik zemin çok önemlidir.  Ortadoğu geçmişten beri, yani devlet sisteminden kaynaklı, hegemonyadan kaynaklı ciddi sorunlar yaşayan, ciddi savaşlar yaşayan bir bölgedir. Farklı inançların birbiriyle düşmanlığı, farklı etnik toplulukların birbiriyle düşmanlığı, ulus devlet öncesinde de vardır. Bunlar devlet, egemenlik ve imparatorluk eksenli körüklenmiş gerçekliklerdir. Şimdi bu gerçeklik, daha sonra, yani 1. ve 2. Dünya Savaşları süreçlerinde, giderek Ortadoğu’da bir dünya sisteminin hakim kılınması ile ulus devletler oluşmaya başladı. Ulus devletler oluştuğu zaman, bu tarihsel gerçeklik göz ardı edilerek, birden bire yukarıdan ulus devlet indirilerek oluşturulmadı. Ulus devleti, bu tarihsel çelişkiler üzerinden inşa ettiler. Öyle ki egemen olan, hakim olan ve çoğunluk olan kimler varsa, onlar adeta birer ulus devlet biçiminde örgütlendirilerek, egemen ve hegemon bir hale getirildi. Diğer topluluklarsa, bunun dışında bırakıldı.  Şimdi bu, sorunu daha da derinleştirdi.  Eskiden beri var olan sorunu, derinleştirdi.

Suriye’de zaten ulus devlet kurulduğundan beri, sürekli bir çatışmalı hal yaşandı. Sürekli darbelerle, el değiştiren bir iktidar, sürekli ayaklanmalar, sürekli dış güçlerin müdahaleleri ile el değiştiren iktidar süreçleri yaşandı, ta en son krize kadar.  Çıkan en son kriz, o zaman gerçek anlamda bir ulus devlet krizidir. Şimdi bu krizin, devlet krizinin, farklı toplulukların, farklı sosyal kesimlerin yoğun olduğu bölgelerde de ulus devletlerin çokça büyük bir kriz içerisinde olduğunu, kabul etmek gerek. Suriye, buna çok iyi bir zemin oluşturuyor.  Esad rejimi sadece otoriter ve bir etnik topluluğa dayalı bir rejimdi, diyemeyiz ama en elit kesimlerin, özellikle de Sünni ve Alevilerden devşirilmiş en elit kesimlerin oluşturduğu, bir ulus devlet sistemiydi. Bunu belki ek bir mezheple ifade edemeyiz ama oluşum biçimi, ulus devletle ifade edilebilinir.  Şimdi bu, doğal olarak bu sonucu ortaya çıkarmıştır. Bu sonuçtan rahatsız olan kimse yok. Örnek vermek gerekirse, şimdi başta Aleviler bundan rahatsız, eski ulus devlet sistemi sanki Alevilere dayanmış ve Alevileri temsil ediyor, onların kontrolündeymiş gibi sanılıyor ama öyle değil.  Suriye’deki rejim içerisinde, Alevilerin hakları oldukça sınırlıdır. Kısıtlanmış haklara sahiptirler.  Yani kendilerini mezhepsel, dinsel olarak ifade etme özgürlüğüne sahip değillerdir. Var olan toplumsal çelişkiler içerisinde, adeta köşeye sıkıştırılmış bir pozisyondalar. Sünniler hakeza öyle  mevcut rejimden oldukça rahatsız oldukları, her biçimde kendisini ifade eder. Etnik topluluklar dersen, zaten etnik topluluklar, Suriye’nin ulus devlet içerisinde, kendisini ifade etmiyor. Ulus devlet, bir Arap Cumhuriyeti biçiminde, kendisini ifade etmiştir. Mevcut rejim, toplumun neresine dayanıyor.  Toplumun hangi kesimine dayanıyor, diye bir soru sorarsak, mutlak toplumsal kesimlerin hiçbirine dayanmıyor ve bunların hepsinin inkarı üzerinde kuruluyor. Ve bu, inkar, baskı ile gerçekleşen bir durumdur. Ancak baskı, şiddet ve yasaklamalar yoluyla, oluşturulmuş bir topluluktur. Şimdi ulus devlet de, bunun en iyi uygulamasıdır.

KUZEY SURİYE FEDERASYON GÜÇLERİ DIŞINDA HİÇ KİMSE PROJESİNİ ORTAYA KOYMAMIŞTIR
Tekrar bu sorunları, hangi siyasal sistemlerle çözeriz, tartışmasına girdiğimizde, bir ulus devlet ya da üniter bir sistem temelinde, meseleye yaklaşmak kesinlikle bir çözüm getirmeyeceği gibi, mevcut krizi çok daha derinleştirir.  Şu anda mevcut olan Kuzey Suriye Federasyonu Güçleri içerisinde yer alan güçler dışında, hemen hemen hiç kimse, savaşan ve hakim güçler açısından söylüyorum, hiç kimse şu anda, Suriye çözümü açısından, projesini ortaya koymuş değildir. Çünkü onlar, Suriye’yi daha çok, bir Ortadoğu hegemonyasının çıkarlarının bir noktası olarak görüyor.  Bunu böyle gördükleri için şuanda, dertleri sadece Suriye ile sınırlı değil. Kendi çıkarları ile ilgili bir durumları var.  Kendi çıkarlarını nasıl ifade edecekleri ile ilgili ve kendi çıkarlarını ifade edebilecekleri bir rejimin peşindeler.  Suriye’de ulus devlet, kendisini ifade edemeyecek bir pozisyona geldi. Elit bir gücün elinde bir koz, bir siyasi söylem düzeyi dışında da, herhangi bir anlamı yok. Çünkü ne belli bir sınıra sahiptir, ne de belli bir hakimiyet alanına sahiptir. Hatta kendi merkezini korumakta dahi aciz bir duruma geldi. Bu ulus devletin, büyük ölçekte bittiği sonucunu ortaya çıkarır. Şu anda önemli olan bu çatışma ve mücadelenin içerisinde herkesin, bir hakimiyet bölgesi var. Ve bu çatışmalar, hakimiyet bölgelerinin sürekli el değiştirmesiyle gelişiyor.

KENDİ ÇIKARLARI TEMELİNDE BİR REJİM OLUŞTURMAK İSTİYORLAR

Merkezi devlet sistemi, genel bir ulus devlet inşası ve onu destekleyen bölgesel ve uluslararası güçler temelinde, yeni bir ulus devletin inşası yönünde çaba sarf ediyor. Ama bu da, pek fazla mümkün görünmüyor. Çünkü bunun karşısında, bundan çok daha fazla güçlü güçler, büyük güçler vardır. Bu güçlerin de, kendilerini ifade edebilecekleri bir Suriye’nin, ortaya çıkmasında yürüttükleri mücadeleler var. Bunlar da kendi içerisinde parça parçadır. Bu da tartışmaya açıktır. Bölgesel güçler daha çok, Suudi, Katar ve Türkiye gibi ülkeler daha çok kendi çıkarları temelinde bir rejim oluşturmak istiyorlar. Ve bunların kullanmış oldukları DAİŞ, Nusra, Ahrar El Şam benzeri güçler var. Bunlar da orada mücadele yürüten pozisyondalar. Bunlar da farklı, devlet yapısını daha çok Selefi bir yaklaşımın ifadesi olarak, ortaya çıkarmak istiyorlar.  Ama bir de Kuzey Suriye Federasyonu içerisindeki güçler var.  Demokratik bir Suriye’nin mücadelesini yürütüyorlar.  Ve bunun dışında da birçok kesim vardır. Şuan adlandıramayacağım belli isimler var. Herkesin kendini ifade edebileceği bir Suriye çözümü peşine düşmüşler.

Peki bu anlamda Rusya, İran ve Türkiye üçlüsünü nereye oturtmak gerekiyor? Bunlar Suriye açısından çözüm geliştirmek istediklerini iddia eden güçler. Bunu nasıl yorumlayabilirsiniz?

Rusya, İran ve Türkiye, şimdi onun bir uluslararası boyutu var. Bir o açıdan değerlendirmek gerekiyor.  İran başından beri, Suriye’de var olan bir güçtür. Eski stratejik müttefiki, durumundadır. Kriz çıktığından beridir, Suriye ile birlikte hareket eden üniter bir Suriye, ulus devlete dayalı bir Suriye’nin  olmasında herhangi bir çözümü ve alternatife yanaşmayan bir pozisyondalar.  Bunlar daha çok, Suriye Rejimi ile hareket ediyor. İkincisi, Amerika’nın bir yaklaşımı vardı.  Hem rejime çok onay vermeyen, hem de Selefi güçlerle sorunu olan, fakat nasıl bir çözüm önerisi sunduğu konusunda da şimdiye kadar hiçbir şey söylemeyen bir pozisyonda, değişik güçlerle ittifak içerisinde, bunu götürmek istiyor. Rusya, daha sonra buna müdahil oldu. Rusya eskiden beri, Suriye ile olan ilişkilerinden dolayı reel sosyalizmden kalan ilişkilere ve orada yaptığı yatırımların korunmasına dayalı bir Suriye ilişkisinden hareket ederek, adeta Ortadoğu’ya müdahale etmek temelinde Suriye’ye girdi. Ama Suriye’deki rejim, doğal olarak İran ile ittifak içerisinde bir başlangıç geliştirdi. Bu ilk dönemlerdeki başlangıç,  daha çok Suriye, İran ve Rusya ittifakına dayalıydı. Bu ittifakla doğal olarak hem Amerika ile çelişkileri, hem de Türkiye’nin başını çektiği Suudilerle, özellikle çelişkileri ortaya çıkarmıştı. Fakat daha sonra belli krizler yaşandıktan sonra, durum biraz değişti. 

TÜRKİYE MİSAK-I MİLLİ SINIRLARINI KORUYAMAYACAK BİR DURUMA GELDİ

Yani Türkiye de, geçmişteki ittifaklardan vazgeçerek, onlara ihanet ederek, siyaset değiştirme yoluna girince, Türkiye, Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Ve Rusya, İran ve daha çok da Suriye, Türkiye’nin de devreye girmiş olduğu, yeni bir durumu ortaya çıkarıyor. Şimdi bu durumun ortaya çıkmasının esas nedeni, Türkiye’nin hem geçmiş siyasetindeki iflası, hem de Türkiye’nin geliştirmiş olduğu temel strateji yani ne olursa olsun, bütün stratejisini Kürtlerin inkarı ve Kürtlerin statü kazanmamasına yönelik yeni bir siyasetle devreye girmesidir. Bunlar daha çok, Rusya cephesine savrulmasına neden oldu.  Yani Türkiye şu anda şöyle bir pozisyondadır; Artık Ortadoğu’da büyük bir güç olmaktan, yeni bir Osmanlıcılığı orada oluşturma çabasından ve eski müttefiklerine dayalı olan yeni bir hegemonya gibi bir siyasetten aslında büyük ölçüde vazgeçti. Yenilgiye uğradı. Bunun bütün alt yapısı, bir biçimde dağıldı. Genellikle her dört parçada, Kürtlerin geliştirdiği özgürlük mücadelesi ve özelde de Kuzey Kürdistan’daki özgürlük mücadelesi, Türkiye’yi öyle bir zora soktu ki adeta kendi Misak-ı Milli sınırlarını ve devlet yapısını koruyamayacak bir duruma getirdi. Şimdi bu durumu çok iyi gören Türkiye, siyasetini değiştirdi. İçerde daha çok faşist diktatörlük diyebileceğimiz bir diktatörlüğe, ideolojik ve siyasi olarak bir savrulma içerisine girerken, dışta ise daha çok Kürt düşmanlığını esas alan güçlerle ittifak içerisinde olarak, kendini korumaya aldı. Kendini koruma durumunu, Kürt düşmanlığı üzerinden geliştiriyor.  Kürtlerin var olması, sanki onun imhasıymış gibi bir algı içerisinde, ittifaklarını kurmaya yöneliyor.  Şimdi böyle olunca Türkiye, Avrupa’dan, Amerika’dan istediği sonuçları alamayınca, kendini daha çok Rusya cephesine kaydırdı. Rusya pragmatik yaklaştığı için adeta Türkiye’yi değişik güçler karşısında kullanmak için kabul etti. Yani NATO, Avrupa birliği ve Amerika karşısında, Türkiye’yi çok iyi kullanmak için. Yine Ortadoğu’da, Türkiye’yi çok iyi kullanmak temelinde, Türkiye ile ilişki kurmayı kabul etti. Ve şuanda onun üzerinden, böyle bir politika yürütüyor.

RUSYA’NIN TÜRKİYE’Yİ KULLANMA TEMELİNDE BİR ASTANA GÜNDEMİ OLUŞTURULMUŞTUR

Türkiye ise, Rusya’ya dayatmış olduğu Kürtlere en ufak bir taviz ve statünün verilmemesi kriteri, temel bir kriterdir. Rusya bunu kabul ettiği sürece, Türkiye, Rusya’nın her dediğini yapmak gibi bir pozisyonda kalmak durumundadır. Şimdi böyle bir durum ortaya çıkınca, doğal olarak bu, İran’ı da Suriye’yi de kapsayan bir ilişki ağına dönüştü.  Çünkü şu anda İran da Kürtler için belli bir statü verilmesinden yana değildir. Şimdi Suriye rejimi, mevcut ülkenin tümüne hükmetmediği için, biraz sessiz kalıyor ama özünde eğer eskisi gibi bir üniter sistem kurma ve yaşatma imkanı olursa ve bu üniter sistemin içerisinde de eski yöneticiler varlığını koruyabilirlerse o da, o yönlü gelişecektir. Ve doğal olarak defacto bir durum ortaya çıktı.  O zaman da Türkiye, Suriye, İran ve Rusya denen bir durum ortaya çıktı. Fakat bu durum şimdi nereye kadar gidecek sorusu sorulursa, bu uzun vadeli, çok sonuç alıcı bir gelişme değil. Burada herhangi bir sonuç ortaya çıkmaz. Geleneksel ilişkilerine baktığımız zaman, Rusya ve Türkiye ilişkisi çok yürüyen bir ilişki değildir. Tarihsel olarak da yürüyen bir ilişki değildir. Şu anda da her ikisinin sahip olduğu ideolojik ve politik yapı da, birlikte ittifak içerisinde stratejik bir düzeye doğru gitmenin imkanlarını, çok elverişli kılmıyor. Onun için bugün taktik ilişkiler temelinde, adeta Rusya’nın Türkiye’yi kullanması temelinde bir Astana gündemi oluşturulmuştur. Astana gündeminin çok gelişebilecek bir gündem olma ihtimali zayıftır.

ORTADOĞU ZEMİNİNDE BİR ARAYA GELMELERİ ÇOK ZOR

Şimdi Türkiye ve İran ilişkileri de aynı temeldedir. Ve bu daha da karmaşıktır. Mesala İran daha çok Şii, Ortadoğu ekseni üzerinde, ideolojik ve siyasi bir durum içerisindedir. Bunu stratejik bir duruma da çıkarmıştır. Bunu Ortadoğu hegemonyasına kadar çıkarmış bir devlettir. Türkiye’de ise Osmanlı’dan kalma ve günümüzde Selefiliğe kadar savrulan bir yapılanma var. Özellikle son MHP milliyetçiliği ile AKP dinciliğinin birleştirildiği bir siyasal yapılanma var. Bu daha çok, Sünni eksenli bir yapılanmadır. Mezhep temelinde siyaset yapan iki gücün, Ortadoğu zemininde bir araya gelmeleri çok zordur. Stratejik bir temelde ittifak yapıp, ittifaklarını yürütmek de mümkün değildir. Bu sadece bugünün sorunu değil, geçmişin de sorunudur. Mesela ta Osmanlı İmparatorluğu kuruluşunda doğu seferlerine çıktığı günden bu yana, sürekli mezhep eksenli bir çatışma vardır. Şimdi Osmanlının Sünni eksenli yaklaşımları ile İran’daki Şii eksenli yaklaşımı, tarih boyunca hep, büyük savaşlara neden olmuştur. Son geçen yüzyılda özellikle ortaya çıkan ulus devlet temelinde baktığımız zaman, biraz sessizlik varmış gibi görünür ama bu çelişkiler tümden ortadan kalkmamıştır.
Günümüzde Ortadoğu’da ne olacak?  İran bir hegemonya iddiası içerisindeyken, Türkiye Sünni kesimi ile bir hegemonya içerisindeyken bu ilişki ve ittifakın, sadece Kürt inkarı üzerinden inşa edilerek sürdürülmesi çok kolay değildir. Hatta çok zordur. Onun için bundan da büyük gelişmeleri beklememek gerekiyor. Suriye rejimini zaten Suriye’yi bu hale getiren, Türkiye’nin kendisidir. Eskiden beridir Hatay sorunu diye bir sorun vardı. Şimdi bu Hatay sorununa, Suriye Rejimini tümden yıkma gibi bir politika eklendi. Herhalde Suriye’deki Araplar, Suriye’de kurulacak yeni bir rejimle Türkiye’nin bu yaptıklarına göz yumarak, Hatay ve benzeri yerlerdeki tarihsel taleplerinden vazgeçerek Türkiye ile stratejik bir ittifaka girmez. Buna giremeyeceğine göre, bu mevcut bloklaşma gibi görünen durum, aslında kendi içerisinde çok yoğun çelişkiler taşıyan ve çelişkilerin her an çatışmaya dönüşebilecek bir duruma göre bir oluşum halidir.       

Siz daha önce bir yorumunuzda Suriye’de pay sahibi olmak isteyen güçlerin çözüleceği alan olarak El Bab’ı işaret etmiştiniz. Gelinen koşullar bunu doğruluyor mu?

Evet, bunu doğruluyor. Şimdi ilginç bir tablo var. Türkiye’nin Cerablus’a girmesine izin vermeyen hiçbir güç yok. Amerika, Rusya, rejim ve KDP izin verdi, hepsi izin verdi. Hepsi, Türkiye’nin Cerablus’a gireceği gün Ankara’daydı. İran Dışişleri Bakanı oradaydı, Barzani oradaydı, Amerikalı temsilci oradaydı, Rusya’da dış temsilciliğindeki insanlarıyla, oradaydı. Hepsi Ankara’dayken, Türkiye Cerablus’a girdi. Bunu görmek lazım. Cerablus’a onları sokmanın bir anlamı vardı, bir noktaya kadar. Bütün bu güçlerin bir Ortadoğu politikaları ve kendilerini ifade ettikleri durumlar var.  Şimdi bütün gelişmeler, öyle bir duruma geldi ki bunların tümünü zorlayan, bir durum ortaya çıktı. Hiçbiri kendi başına, Suriye’de hakim olma konumunu koruyamadı. Amerika da, Rusya da, İran da öyle ve rejimin kendisi de öyledir. Daha çok kim gelişme sağlıyordu? QSD güçleri gelişme gösteriyordu. Yani QSD’den başlayıp Özgür Suriye Federasyonu dediğimiz olguyu, Cerablus, Minbic ve Bab’ta taşıyıp Efrin’e kadar götüren bir stratejiyle hareket ediyorlar. Bunun gerçekleşmesi hiç kimsenin işine gelmedi. Çünkü Suriye’deki çıkarlarını şu anda Suriye’deki sorunların çözümü geliştirmiyordu. Böyle bir statünün geliştiriliyor olmasını gerektirmiyordu. Şimdi bu durumda ne yapacaklardı? Ya kendileri bu özgürlük güçleri karşısında bunları durdurmak için yeni bir savaş süreci başlatacaklardı ya da bunlarla savaşmaya gönüllü olan bir gücü devreye sokmak isteyeceklerdi. Şimdi Türkiye’yi bu eksende Cerablus’a soktular. Cerablus’a soktular fakat Türkiye’yi Cerablus’a sokanlar, belli sınırları içerisinde Türkiye’nin girebileceğini belirlediler. Amerika bugünlerde açıklama yapıyor, diyor ki “Biz Türkiye’ye sadece yirmi km girmesine izin verdik.“ İran’ın, Rusya’nın, rejimin izni ne kadar belli değil. Ama Türkiye bir defa Cerablus’a girdikten sonra yirmi km, Amerika’nın isteğini yerine getirdi. Kuzey Suriye Federasyonu’nun kurulmasının önüne geçildi. Ayrıca bu bölgede hangi kirli işlerin yürütüldüğüne dair, belli olmayan bir yeni süreç başlattılar fakat işler orayla sınırlı kalmadı.

BAB’A KADAR GELMESİNİN BEDELİ TÜRKİYE’NİN ORADAKİ GÜÇLERE OLAN İHANETİDİR

Rusya devreye girerek, Türkiye’yi o yirmi km’den alarak, Bab’ a kadar götürdü. Rusya’nın Türkiye’yi Bab’a kadar götürmesinin karşılığı nedir? Eskiden beridir Türkiye’nin müttefiki olan çete güçlerinin Ruslara teslim edilmesiydi. Erdoğan bunu gerçekleştirdi. Ne yaptı? Bütün muhalif güçleri Şam’da bir ateşkes durumuna soktu, Halep’tekileri ise savaşamaz hale getirerek, sonunda hem Şam’daki hem de Halep’teki bütün muhalifleri güçleri, oradan alıp İdlip’e götürerek, buraları adeta rejime verdi.  Bunun karşılığında Bab’a kadar gelmeyi kabullendi. Bab’a kadar gelmenin bedeli, Türkiye’nin oradaki güçlere olan ihanetidir. Ve aynı zamanda Rusya şimdi de rejimi daha da güçlendirmek için, Bab’da Türkiye’nin askeri ve siyasi konumlanmasını daha da güçlendirmek ve Türkiye üzerinde, Kürt kazanımlarını tehlikeye sokabileceği hatta günümüzde Minbic’e saldırabileceği yeni bir siyaset kulvarına girdi.  Rusya’nın mevcut Türkiye ile ilişkileri, bu kadardır. Burada Türkiye’nin siyaseti nedir? Türkiye’nin siyaseti, Kürt düşmanlığından başka bir şey değildir.  Suriye girmenin yirmi km’si Amerika’ya hizmet ediyor. Yirmi km’den sonra, Bab’a kadar olan da Rusya’ya hizmet ediyor. Ve Rusya, bunu daha ileri bir düzeye götürmek istiyor. İşte bu da Astana görüşmeleriyle, Suriye sorununu çözme maskaralığı adı altında yeni bir süreci oluşturmanın yaklaşımıdır. Nedir bu süreç? Bu süreç daha çok rejimi güçlendirmek, rejimi mutlak hakim kılmak, eski üniter ve çökmüş ulus devleti canlandırmak dışında herhangi bir çözüm biçimini içermiyor. Orada, demokratik bir Suriye için özgürlük mücadelesi veren güçleri yok sayması ve Türkiye’nin kullanılması dışında, hiçbir anlam taşımıyor şu anda.

Yani bu anlamda Astana’da yapılacak olan toplantıya Kürtler davet edilmedi. ENKS gibi güçler davet edildi fakat Suriye’de mücadele eden, savaşan Kürtler davet edilmedi. Yani nasıl bir sonuç çıkar bu toplantıda? Suriye’de Kürtler olmadan bir çözüm mümkün mü?
Şimdi böyle bir şey var. Amerika’nın başını çektiği Cenevre görüşmelerinde dikkat edilirse, Cenevre görüşmelerinde, Kürtler dışarıda tutularak belirli bir çözüm geliştirilmek isteniyordu. Amerika, Türkiye eksenli bu çete güçlerini kullanmak temelinde hep Kürtleri feda etti. Kürtleri feda ederek yani Kürtleri Cenevre’ye çağırmayarak bunlarla iş kurtarmak istedi. Rusya zayıf bir pozisyondayken, PYD’nin sürekli katılması temelinde talepte bulunarak ama PYD’nin katılmasını kendilerinin de katılması biçiminde Cenevre’yi götürdüler. Cenevre olmadı fakat şimdiyse Türkiye ve Rusya’nın geliştirdiği ilişkide kısmen İran ve Çin’in de desteklediği ilişkilerle, görüşmeler Astana’ya kadar geldi. Astana’ya geldiğimiz zaman şimdi eskiden beri Cenevre’ye Kürtlerin katılmasına çok istekli olan Rusya, hiç sesini çıkarmıyor, davet etmiyor. Amerika da tersinden açıklamada bulunuyor diyor ki, “Kürt güçlerinin de Astana’da olması gerekiyor.“ Zaten buradan mesele anlaşılıyor. Yani burada Rusya ile Amerika adeta herkesi en pervasız bir biçimde, istediği gibi kullanma hakkını kendinde görüp ve kullanabileceğini sanan bir pozisyondadırlar. Burada çok ciddi bir samimiyetsizlik var. Bu samimiyetsizlikle sorun çözülebilir mi? Başta böyle bakmak lazım. Şimdi Amerika kendi çıkarları temelinde Cenevre üzerinde, Rusya kendi çıkarları temelinde Astana üzerinde, işleri kurtarmak istiyor. Ve hepsi, herkesi kendi çıkarlarının adeta taktik ilişkisi, haline getirmeye çalışıyor. Bir sefer bu sorunu çözmez. Şimdi nasıl ki Kürtlerin Cenevre’ye götürülmemesiyle Cenevrelilerin iflas etmesine neden oldularsa, şimdi de Kürtlerin Astana’ya götürülmemesi Astana’nın başından, iflası demektir. Demokratik Suriye Federasyonu güçlerinin katılmadığı bir çözüm biçiminin, gelişme şansı çok zayıf, hatta sıfırdır. Onların inkarı temelinde gelişebilecek bir çözüm modeli, ancak çok büyük katliamlarla, büyük yenilgilerle gerçekleşebilir. Bu, şu anlamda mümkün değildir; O zaman Cenevre nasıl mümkün olmadıysa Astana da öyle mümkün değildir.

TÜRKİYE ASTANA’DA KENDİNİ PAZARLAMA İMKANI BULAMAYABİLİR

İkincisi, sorun daha derindir. Türkiye, mevcut Suriye’deki bizim o Selefi güçler dediğimiz güçlerin, temel oluşturucusudur. Silah, cephane, para ve yaşam imkanları yardımıyla, ayakta tuttuğu güçlerdir. Bu güçler şu anda, Türkiye ile bağımlılık ilişkisi içerisindedir. Şimdi Türkiye onları Suriye’de finanse ettiği sürece, Türkiye ile bağlarını götürüyorlardı. Ama şu anda sorun var. Çünkü Şam’dan çekilmek, Halep’i götürüp rejime teslim etmek, Rusya ile bu kadar ilişkilere girmek, o çete güçleri bile rahatsız ediyor. İdlip’teki varlıkları onlar için büyük bir tehlikedir. Bu tehlikeyi çok iyi görüyorlar. Tamiller gibi olma tehlikesi vardır. İdlip’te kuşatma altında her gün bombalanma gibi bir pozisyondalar ve büyük rahatsızlık duyuyorlar. Şimdi bu rahatsızlıkların getireceği dağılmayla, Türkiye’nin dayanmış olduğu güçler arasında, bir sorunun çıkmasına neden olur. Ve Türkiye artık buradan güç olarak, Astana’da kendisini pazarlama imkanını bulamayabilir. Kendini pazarlama imkanı olmayan Türkiye’nin, Rusya için hiçbir değeri yoktur. Orada da sorun var. Yani sadece Demokratik Suriye Güçlerinin dışında kalması, sorun değil. Diğer güçlerin de varlığı sorundur. Nitekim şu anda seslendiriliyor da. Bazı güçler katılmıyor. Suudi temelli yaklaşan güçler, tartışmalıdır. Katarlı güçler, tartışmalıdır. Şimdiye kadar Türkiye’ye çalışan güçlerin, sorunları vardır. Birkaç gün önce, İdlip’in bombalanması sonucu öldürülen bir muhalif güç var. Bütün bunlar Astana’nın, şimdiden ne olacağını bize gösteriyor. Şimdiden rahatlıkla söyleyebiliriz; bu sorunlu bir durumdur. Suriye’de en gerici rejimin ortaya çıkmasını arzulayan güçlerin, bileşkesidir aslında bu. Bunu unutmamak gerekir.

Türkiye, İran ve Rusya demokratik bir Suriye istiyor mu?

Demokratik bir gelişmeyi hiç istemeyen ve çıkarını görmeyen güçlerin, Astana programı var. Mesela Türkiye, demokratik bir Suriye istiyor mu? Kürtlerin ve diğer halkların özgürlüğünü istemez. İran demokratik bir Suriye istiyor mu? İstemez. Rusya’nın umurunda değil kimin ne olacağı. Sadece kendi çıkarlarını ifade ettiği zaman, ister faşist olsun, ister diktatör, ister demokrat olsun, onun için çok fark etmiyor. Adeta Rusya, böyle bir koalisyonun sözcülüğünü yapıyor. Peki, nasıl çıkacak buradan bir çözüm? Ya da çözüm çıktığını varsayalım. Şimdi Türkiye açıklama yapıyor, Esad’ı şu anda reddetmiyorlar. İran da, Rusya da şu anda Esad’ı istiyor. Astana’nın temel güçleri, Esad’ın iktidarda kalması ve eski sistemin yürümesinden yana. Esad da adeta hepsinin patronu gibi, Astana’da onlarla birleşiyor. Peki, bunların bileşkesi nasıl bir Suriye’yi ortaya çıkarır? Eski ulus devlet, üniter sistemi ortaya çıkarır. Peki, eski ulus devlet, üniter sistem ortaya çıkacaksa, beş yıllık bu rezalet neyin nesi oluyor? Şimdi herkes kendi rezaletini kabul ederek, yerine mi dönecek? O zaman DAİŞ’in, El Nusra’nın bilmem herkesin, rezaletini kabul edip rejime teslim olacakları anlamına gelir. O zaman QSD’nin yürütmüş olduğu özgürlük mücadelesinden, vazgeçtiği anlamına gelir. Bu mümkün mü? Bu mümkün değildir. Kuzey Suriye Federasyonu’ndan geriye dönüş yoktur. Burada güçler özgürlük mücadelesinde, sonuna kadar ısrar edecekler. Topyekün imha olsalar bile artık geçmişteki Suriye’yi kabullenme gibi bir lüksleri yoktur, olmayacaktır. Açıklamaları da bu minval üzerindedir. DAİŞ ve El Nusra ise kendi konumlarını koruyorlar. Bunun dışındadırlar. İstedikleri çok farklı bir Ortadoğu ve dünyadır. O dünya için mücadele ediyorlar. Görüldüğü kadarıyla, onlar da kendi isteklerinden çok vazgeçmiş değildir. Hatta Bab’ta, Türklere karşı yürütmüş oldukları çatışma, Rus desteğinde, koalisyon desteği güçlerinde, Türkiye’nin Bab’taki durumunu bir çıkmaza sokacak derecede, etkili bir pozisyonda rol oynuyorlar. Onlar da vazgeçmeyecektir. Peki İdlip’e kadar götürülen o Türkiyeli işbirlikçi güçler, Türkiye’nin kendisini Rusya’ya, İran’a pazarladığını gördüğünde, hala Türkiye’de olmakta ısrar edecekler mi? Etmeyecekler ve dağılacaklardır. Dağıldıkları yerde yeni bir oluşum olarak karşımıza çıkacaklardır. Ya DAİŞ güçlerinin, ya El Nusra güçlerinin daha da güçlenmesine neden olacaklar, ya da dağılıp çeşitli güçler arasında yeni bir güce kavuşarak, varlığını sürdüreceklerdi. Çözüm nerede? Buradan Astana çözümü çıkmaz. Ayrıca şunu ekliyorum;  Avrupa ve Amerika blokunu ve uluslararası koalisyonu da bunun dışında sayarsak, Astana gerçekten çok etkili bir durum değil.