‘Türkiye bir çöküşü yaşıyor’

Ortadoğu ve Türkiye’deki yaşanan siyasi krizi ajansımıza değerlendiren Sosyal Bilimler Akademi Üyesi Özgür Deniz, Türkiye’nin bir çöküş yaşadığını ifade ederek esasen Türk devletinin Kürtlerin ulusal birliğinden korktuğunu söyledi.

KCK’nin ulusal kongre çağrısı, Türk başbakanı Binali Yıldırım’ın Irak ve Güney Kürdistan ziyareti, Şengal’deki PKK varlığı ve Kuzey Kürdistan’daki gelişmelere ilişkin sorularımızı yanıtlayan Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi üyesi Özgür Deniz, Güney Kürtleri ve siyasetinin Yıldırım’ın ziyaretine karşı tutum alması gerektiğini ifade ederek Türk devleti ve AKP’nin Kürtlere dair hiçbir şeyi kabul etmediğini anlattı.

Özgür Deniz sorularımızı şöyle yanıtladı:

Türk başbakanı Binali Yıldırım’ın Güney Kürdistan’a gelişi, Kürt partileri arasında oluşan olumlu ulusal kongre havasını sabote etmek için miydi; siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türk başbakanı Binali Yıldırım’ın Güney Kürdistan ziyareti Neçirvan Barzani’nin ve Türk yetkililerinin açıklamaları, KCK’nin ulusal kongre çağrısından sonra geldi. Kürt partileri, dinamikleri ve toplumu arasındaki ulusal kongre heyecanını, atmosferini dağıtmak ve provoke etmek olduğunu rahatlıkla söyleyebilir.

Binali Yıldırım’ın Irak ve Güney Kürdistan ziyaretini birkaç boyutta değerlendirebiliriz. Birincisi, gerçekten Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaptığı ulusal kongre çağrısı hem Kürtler hem de Ortadoğu’daki etnik, kültürel, inançsal yapıların yeniden dizayn edilmesine yönelik yaşanan yoğun mücadele dönemine denk gelmesi açısından önemliydi. Neçirvan Barzani’den tutun da Türk devletinin son dönem izlediği siyasete paralel olarak Yıldırım’ın ziyareti, yaratılan bu korkuya bir cevap niteliğindedir. İkincisi ise, Türkiye’nin hem uluslararası hem de bölgesel açıdan izlediği tüm siyaset çöktü ve yalnız kaldı. Her ülkeyle ve dinamikle kriz yaşıyor. Bunun yarattığı havayı dağıtmak ve Kürt Özgürlük Hareketi ile Türkiye demokrasi güçlerine, genelde de Kürdistan’da oluşan ulusal birlik havasına karşı duyduğu korkuyu ve krizi aşmak için Ortadoğu’daki güçlerle ilişki geliştirmeye çalışıyor.

En etkili durum da Musul operasyonuyla beraber Türkiye ve Irak arasında Başika merkezli yaşanan bir kriz vardı. Türkiye devleti Başika’da, Güney Kürdistan’da hem işgalci bir pozisyon tutuyor hem de orada çeteleri destekleyecek askeri bir üs işlevi görüyordu. Irak hükümeti, İran, ABD ve diğer uluslararası güçler rahatsızdı. Kürt hareketinin de Türkiye’nin burada üs kurmasına yönelik açıklamaları oldu. Yani bu ziyaret, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı komşularıyla ilişkilerini belli bir düzeye çekmek yönündeydi. Irak hükümetiyle bir görüşme yaptılar. Fakat bu görüşme üzerine Binali Yıldırım ve Türk medyası tarafından her ne kadar, olumlu geçtiği, sonuç alındığı yönünde açıklamalar yapılsa da görüşmenin istendiği düzeyde geçmediği anlaşılıyor. Türkiye baskıcı ve işgalci pozisyondan vazgeçmiyor.

Meselenin bir diğer boyutundaysa, Binali Yıldırım’ın gelişinin Kürt Özgürlük Hareketi’nin DAİŞ’e karşı yürüttüğü mücadele ve geliştirdiği projelerle Ortadoğu halkları açısından yarattığı umut çizgisini bertaraf etmek üzerine olduğu söylenebilir. Tüm bu atmosfere baktığımız zaman, Binali Yıldırım’ın gelişini aslında dünyada ve halklar arasında izole olan faşist çizgilerini dayatmak ve çökmekte olan sistemlerini rahatlatmak açısından bir hamle olarak değerlendirmek gerekir. Bunu özeldeyse ulusal kongre ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı bir girişim olarak okumak gerekiyor.

‘ALGI OPERASYONU YÜRÜTÜLÜYOR’

Irak başbakanı Haydar Abadi’nin; “Türk askerleri Başika’dan çekilmedikçe ilişkiler gelişmez” diye bir açıklaması oldu. Siz bu açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?

Türk devleti, AKP hükümetinin son dönem izlediği tüm diplomatik, siyasi ve ekonomik hamlelerinin özünde kendi iç kamuoyunu yanıltma, yanılgılarla yaşamlarını sürdürmeye sevk etme yaklaşımı var. Irak hükümetiyle yapılan görüşmelerin içeriği ve tartışılan konular nelerdir, tam bilemiyoruz. Fakat görüşmede açığa çıkan son noktayı kendi kamuoyuna şöyle yansıtıyor: “Biz Şengal’den PKK’nin çıkması noktasında belli bir aşama kaydettik, tartışmalar olumlu geçti, Başika’dan da çıkmıyoruz!”

Bu yönlü açıklamalarla ilişkilerin düzeldiğini lanse ettiler. Hemen buna karşın Irak başbakanı Abadi’nin açıklamaları, görüşmelerin hiç de böyle olmadığını gösteriyor. Aslında Başika’dan çıkılmadan Türk devletiyle ilişkilerin normalleşmeyeceği dile getiriliyordu. Bu şunu gösteriyor, Türk kamuoyunda Abadi’nin açıklamasından ziyade Yıldırım’ın tartışmaları gündemde tutuluyor. İşin özünde kriz olarak beliren durum, görüntü ve algıda ise kriz yokmuş, sorun çözülmüş gibi yansıtılıyor. Yani topluma karşı algı operasyonu yapılıyor.

Türk devletinin Şengal’den PKK ve Şengal’in öz savunma gücü YBŞ’yi çıkarmak için KDP’ye baskı yapmasının altında Şengal’de yeni bir Êzdî katliamına zemin hazırlanması mı yatıyor?

Türkiye devleti bir çöküşü yaşıyor. AKP-Erdoğan’ın bekasıyla Türkiye’nin bekası birleştirilmeye çalışılıyor. Yani izlenen siyaset Türkiye’yi diplomatik, ekonomik, siyasal vb. her boyutuyla bir çöküşe sürüklüyor. Onun için Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen mücadele ölüm kalım mücadelesidir. Aslında AKP devleti Güney Kürdistan’da, tüm Kürdistani kurum ve statüleri hedefleyen bir yaklaşıma sahiptir. Şengal’e yönelik açıklamalar dikkatle izlenmesi gereken açıklamalardır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve Kürtlerin kazanım ve direnişlerinin olduğu her yer hedeflenmeye çalışılıyor. Onun için Şengal’e yönelik açıklamaları böyle yorumlamak gerekir.

Güncel siyaseti değerlendirirken tarihten kopuk değerlendirmek insanı gaflete ve yanılgılara götürür. Êzdî halkı tarihte büyük katliamlar yaşadı. O son yok edici katliam saldırıları yaşanırken ve bu saldırıyı yapan DAİŞ’in arkasında Türk hükümeti birebir varken kim savundu Şengal’i? PKK’nin oradan çıkarılması hedefinin ardında acaba yeni bir katliamın mı planlandığı sorusundan ziyade DAİŞ o katliamı, zaten AKP-Erdoğan hamiliğinde yaptı. O zaman orada direnen Kürt Özgürlük Hareketi’ydi. O büyük katliamdan Êzdî halkını koruyan, bunun mücadelesini veren gerillaydı. Bu durumda da PKK’nin faşist AKP hükümetinin söylemlerine göre hareket edecek hali yoktur.

Talihsizlik şudur: Güney Kürtleri ve siyaseti buna karşı tutum almalıydı; özellikle de KDP hükümeti. Çünkü şunu unutmamak lazım, Türk devleti ve AKP Kürtlere dair hiçbir şeyi kabul etmiyor. Böyle bir girişimin özünde yeni katliamlar planlanıyor. Zaten Kuzey Küdistan’da ve Rojava’da katliam girişimlerinde bulunuyor. Burada da Şengal’e karşı katliam saldırısı yapan, DAİŞ’ı destekleyen zaten AKP-Erdoğan’dı. Onun için tekrardan orayı savunmasız ve sahipsiz bıraktırıp, var olan Êzdî halkını savunma refleksinden koparıp tasfiye edecek bir siyaseti dillendiriyor. Êzdî halkı, kendi siyasal, örgütsel, kültürel ve toplumsal iradesini örgütleyip var oluşunu sürdürecektir. Onun için aslolan Kürt ulusunun birliğini ve çıkarlarını esas alan tartışmalar, görüşmeler KCK ve PKK tarafından ısrarla sürdürülüyor. Böyle de bir politika izleniyor. Bu politikanın başarısına destek sunacak bir yaklaşım ve dilin kullanılması, bu dönem ve Kürt dinamikleri açısından en faydalı olandır.

‘ŞENGAL DE ÊZDÎ KATLİAMININ BİR DEVAMIDIR’

Türk devleti, Amed’teki Êzdî kampını kapatıp, oradaki Êzdî mültecileri AFAD kamplarına taşımakla neyi planlamaktadır?

Êzdî katliamının öncülüğünü yapan DAİŞ çizgisi ve saldırılarının arka perdesini bilirsek olayın trajik boyutunu daha iyi anlamış oluruz. Bu katliamı yapan, DAİŞ’i besleyen AKP, Êzdî halkını kendi toprağından, yurdundan etti. O Êzdî halkın bir kısmı Kuzey Kürdistan parçasına gitti. Kobani’de Kürt halkının iradesini kırmak ve yok etmek isteyen DAİŞ zihniyetinin temel referansı ve hamisi olan AKP, Kuzey Kürdistan’da en zor durumlar ve koşullarda, bir kampta bile yaşama tahammül etmiyor. Çünkü siyaseti artık çıplak bir biçimde açığa çıktı. Onun için bu kamp kapatılmasını şöyle yorumlamak lazım; ‘Bunlar niye yok edilmedi? Bunlar zaten düşmanımızdır, düşmanımızı besleyemeyiz. Dostumuz olan DAİŞ ve aileleridir, onları beslemek daha iyidir’. AKP gerçeği budur.

Onun için bu yönelimleri Êzdî katliamının bir devamı olarak görmek gerekir.  Yoksa Arap halkı kardeş halktır. Dünyadaki herhangi bir halk nerede zorluk yaşıyorsa Kürdistan’ın kültürel yapısı buna uygundur. Sahip çıkmak, destek vermek, insani açıdan o yaklaşımı göstermek lazım. Ama Amed’te Êzdî Kürtleri çıkarıp onları DAİŞ ve benzeri çete örgütleriyle irtibatta olduğu hep gündemde olan AFAD kamplarına yerleştirmek bilinçli bir politikadır. Bunu, sadece bugüne dair de değil, Kürdistan’ın geleceğine yönelik olarak da yürütülen soykırım politikasının bir parçası olarak değerlendirmek daha doğrudur.

‘İŞBİRLİKÇİ KESİMİN PALAZLANMASI UNUTULMAYACAK!’

Geçen sene sizin de bildiğiniz üzere özyönetim ilanları oldu. Türk devleti buna karşı sert bir saldırıya geçti. O saldırılarda Türk devleti Kürdistan’ın birçok şehrini yakıp yıktı. Bu şehirlere TOKİ ve yeni karakollar sokmak istiyor. Türk devleti bu projelerle neyi amaçlıyor ve halk buna karşı ne yapmalıdır?

Başlamadan önce, özyönetim direnişlerinde kahramanca direnen ve şehit düşen gençleri ve halkımızı saygıyla anıyorum. Çok kahramanca direndiler. O özyönetim direnişleri, Kürt özgürlük çizgisinin kurumsallaştığı yeni bir çizginin başlangıcını yaptı. Özyönetim direnişleri daha hakkaniyetle değerlendirilmeli ve anlaşılmalı. O gelenek, yeni dönem açısından da bir direnişle devam ettirilmelidir. O direnişe gereken bağlılığı, toplumsal inşanın, halk serhildanlarının kendini yeniden örgütlemesi, AKP faşizminin siyasal ve ekonomik olarak Kürdistan’dan sökülüp atılmasıyla gösterebiliriz.

Şimdi Sur’da bir propaganda yapılıyor. Bu propaganda, katilin hırsızlık aşamasıdır. Amed ve Botan’ın hedeflenmesinin bir anlamı vardır. Katliam yapan zihniyet, yeni binalar dikerek aslında oradaki direnişi gömmek istiyor. Orada direniş olarak açığa çıkan yeni toplumsal ve özgürlük değerlerini gömmek istiyor. Sorun sadece bir bina falan da değil. Dikkat edin; oranın çehresini değiştirirken orada yaşanmış her şeyi değiştirmek ve yok etmek istiyor. Onun için şehirleri yıkan, şehirlerdeki gençleri ve halkı katliamdan geçirip soykırıma tabi tutan AKP zihniyeti, şimdi de şehirlerin tarihsel ve kültürel dokusunu yok edip aslında yeni bir rant kapısı da açmak istiyor. Katliamı yapan ve şehirleri yıkan zihniyet, şimdi kahramanlığa ve iyilik periliğine soyunuyor. Yeniden inşa edeceğim, diyor. Aslında katil, hırsız kimliğine bürünmüştür. İnsanlığın hiçbir aşamasında böyle bir değer yoktur. Dikkat edin; DAİŞ zihniyetinin farklı bir biçimi burada tezahür ediyor.

Kürt işbirlikçi kesimle oradaki gençlerin kanı üzerinden rant sağlamaya çalışıyorlar. O kanı emiyorlar. Orada o işbirlikçi kesimin oynadığı rol sülük rolüdür. Kürt gençlerin kanı üzerinden kendisine ekonomik olarak yeni bir rant alanı açıyorlar. Şunu iyi bilmek gerekir, tarih bunu hiçbir zaman affetmeyecektir. İşbirlikçi kesimin orada palazlanması unutulmayacak ve unutulmamalıdır. Kürt toplumu buna karşı tavır almalıdır. Bu sadece klasik bir politika işi değildir. Bu Kürt toplumunun temel toplumsal değerlerini yok etmektir. Orada şehit düşen gençlerin değerlerine ve özgürlük istemine sahip çıkılmalıdır. Onun için uygulanan politikaya karşı herkesin uyanık olması ve tutum alması gerekir. İzin vermemek lazım. Hiçbir siyasal güç ve devlet halkın gücü karşısında duramaz. Bu denli korku ve tehdit saçması, kendi yaşadığı korkunun bir göstergesidir. Onun için bu konuda herkesin; liberali, solcusu, muhafazakârı; kökeni, dili ve inancı ne olursa olsun herkesin bu duruma tepki göstermesi gerekir. Kim ne yapabiliyorsa, kimin elinden ne geliyorsa onu yapabilmelidir.

‘EKONOMİYLE İKTİDARA GELDİ, EKONOMİYLE GİDECEK’

Şu an Türkiye’de, her ne kadar havuz medyaya yansımasa da fiili bir ekonomik kriz var. Bu ekonomik kriz AKP tarafından hiç yokmuş gibi manipüle ediliyor. Bunu nasıl yorumlamak gerekir?

Ekonomik açıdan belki çok geniş değerlendirmeler yapamayız ama genel bir doğru vardır. Ekonomik istikrar, siyasal krizlerle alakalıdır. Siyasal anlamda istikrarsızlık ilerlediği, kriz derinleştiği zaman orada sağlıklı bir ekonomi yakalayamazsınız. Ekonomik ilişkiler üzerindeki istikrarınızı yitirirsiniz. AKP, iktidara küresel neoliberal politikalarla geldi. AKP’nin, neoliberal siyasetin küresel bağlamdaki izdüşümleri açısından Türkiye’de kendini örgütlemesi, siyaset üretmesi ve iktidara gelmesi, ekonomik temeller üzerine gerçekleşti. Ekonomiye sağladıkları neoliberal rant politikalarıdır. Bu alanda izlediği hırsızlık politikasını geniş bir yelpazeye yayarak herkesi suç ortağı yaptı. Onun için birincisi, mevcut ekonomi politikasında yaşadığı kriz, siyasal anlamda yaşadığı krizle alakalıdır. İkincisi, AKP’yi besleyen, büyüten ve iktidara getiren küresel güçlerdir. Küresel güçlerin izlediği siyasetin Türkiye’deki izdüşümü olarak kendinizi inşa etmeniz durumunda, sizi var eden, büyüten, oluşturan temel küresel güçle uyumsuz düştüğünüzde işte böyle kriz yaşarsınız.

Türkiye’de AKP’nin izlediği ekonomi, kayıt dışı sermayeye dayanır. Paranın nereden geldiği belli değil, ki öyle bir yasa da çıkardılar. Kaynağını açıklanmaksızın her türlü kara para giriş yapabilir. Küresel ve bölgesel kriz yaşandığı sürece sağlıklı bir ekonomi yürütülemez. Türkiye’de ekonomik açıdan üretim olgusu yoktur. Hepsi özelleştirmedir. Kara para üzerinden izlenen bir politika var. Böyle bir siyasetin ekonomiye katabileceği ne olabilir ki? Hem bölgede hem de Ortadoğu’da yürütülen savaş ve yalnızlaşan Türkiye’yle istikrarlı bir ekonomi yürümez. Bunu toplumdan saklıyorlar. Erdoğan herkes dövizini bozsun, diye çağrı yaptı. Bundan bir yıl önce kasalar ve ayakkabı kutuları içinde milyon dolarlar saklayan ve hırsızlık yapan bir hükümet, yoksullardan yastıkları altındaki paraları çıkarmalarını istiyor.

AKP ekonomiyle iktidara geldi, ekonomiyle de gidecektir. Havuz medyası istediği kadar saklamaya çalışsın, ekonomi o kadar yakıcı bir olgudur ki bunu saklayamazsınız. Sadece algı değiştirirsiniz. Kendi toplumunda yaşayan inanç gruplarına, kimlikler, mezhepler ve etnisitelere komşu devlet ve halklara karşı olan yönelimini neo-osmanlıcılık bağlamında bir kurtuluş savaşı olarak tanımlayıp, herkesle savaş halinde olan bir siyaset, ekonomide istikrar sağlayamaz.

Önder Apo, Türkiye devletiyle yaptığı görüşmelerde sürekli uyarıda bulundu. Bölge ve Ortadoğu açısından bu kadar köklü ve sonuç alıcı çözümler sunan başka bir kimse de yoktur. Toplumsal sorunların tarihsel, felsefi ve politik yönleri açısından kuramları bu düzeyde haklı çıkan ve köklü çözümler getiren bir tarihsel kişilik zor bulunur. Önder Apo’nun bu hamlelerinin hepsi AKP’nin faşizan egosu tarafından yanlış anlaşıldı ve Önderliğin bu çabalarını elinin tersiyle itti. Ortadoğu bir kaosun içine girdi ve bu kaosun içinde de doğru bir ekonomi olmaz.

AKP medyasının ekonomik krizi saklaması, esasında toplumun farklı arayışlarını, tepkilerini törpülemesine yöneliktir. Ama bu çok sürmeyecek, bu politika beyhudedir. Bir medya kendi toplumuna karşı ancak bu kadar savaş içinde olabilir. Şu an AKP medyası toplum kırım, soykırım rejiminin en azgın silahşörlüğünü yapmaktadır. Onun için ekonomik kriz konusunda izlediği bu saklama siyaseti beyhudedir. Çünkü ekonomik krizi saklayamazsınız. Arayışları saklayamazsınız. İnsanlar birebir yaşıyor, yaşadılar; her gün birebir yüz yüze olduğu sorunlardır bunlar; saklanmaları mümkün değildir

‘BÜTÜN GÜÇLERİ MASADA TEK TEK SATTI’

Suriye’de Türk devleti ve Rusya şu an birlikte hareket ediyor. Yani bu, bir geçiş döneminde AKP’nin Beşar Esad’ı kabul ettiği anlamına mı gelmektedir?

Aslında Erdoğan’ın izlediği siyasetin ne kadar kaypak olduğunu bir kere daha görebiliyoruz. Türk siyasetinin ne kadar kaypak ne kadar temelsiz olduğunu çok rahatlıkla görebiliriz. Dikkat edin, iletişimin olumlu yanları genelde çoktur ama Türk medyasının içinde bulunduğu olumsuz pozisyon da budur. Sanki geçmişte bunun tersi uygulanmamış, sanki AKP eskiden beri böyleymiş gibi toplum aldatılıyor, toplumun hafızasıyla oynanıyor. Suriye’de Rusya’yla görüşmeler meselesinde; bütün bunların bir evveliyatına bakın, tam tersi bir süreç hakimdi. Yani Suriye’de beslediği çeteler var; Ahrar El Şam’dır, El Nusra’dır, DAİŞ’tir. Bunlara güvenerek mücahit tanımını getirdi. Hatta gidip Antep’te konuşma yaptı, ‘Allah’ın izniyle haftaya Halep’te, Şam’da namaz kılacağız,’ dedi. Bundan çok önce değil, bir iki yıl evveldi. Esad’ı Esed yapan ve buna karşı aktif bir savaş içinde olan bir hükümetten, bir devletten bahsediyoruz. Böyle bir siyaset izlendi.

İnsanlık tarihinin en iğrenç, bu tarihin hiçbir değeriyle alakası olmayan, bunlardan tamamıyla yoksun, bir barbar yapı olan DAİŞ çetesini besleyip, büyütüp Suriye’de halklara saldırtan AKP’nin, Erdoğan’ın kendisiydi. Özellikle Kürtlere çok saldırttı. Kobani sürecini biliyoruz. Rusya’ya karşı da aktifçe öyleydi. Hatta Rusya’yı NATO’yla, Amerika’ya karşı karşıya getirecek bir siyasal yapılanmaya gitti, böyle bir siyaset izledi. Uçak düşürdüler, sert açıklamalar yapıldı, ekonomik yaptırımlar oldu, diplomatik ilişkiler neredeyse bitme noktasına geldi ve Türk devlet yetkilileri uçağı kendilerinin düşürdüğünü söylediler. Bu kadar heyheylenen, Esad’a rest çeken, her şeyiyle çetelere güvenen bir devlet çıktı ortaya. Bu devletin izlediği Ortadoğu siyasetinin çöktüğü çok net anlaşılmıştır. O büyük Neo-Osmanlıcılık iddiaları bağlamında Suriye’de Arap halkının hamisi olma, ki hamisi oldukları da Arap halkı değil, DAİŞ ve El Nusra’ydı, Ahrar Şam’dı.

Bir hegemon işgalci güç olarak her yerde ve Suriye’deki savaşta en kirli rol oynayanlardan biri de Türkiye hükümeti, AKP, Erdoğan’dır. Şimdi böyle bir siyasetle nereden nereye geldi. Haftaya gidip Halep’de namaz kılacağız diyenler, Halep’te desteklediği bütün güçleri masada tek tek sattı. Putin’e, Esad’a sattı. İki yıl evvel bu mücahitlerle beraber gidip namaz kılacaktı. Hepsi çeteydi ama onun için mücahitlerdi, o öyle tanımlıyordu. Hepsini sattı. Ölçü yok; herkese her şeyi satabilir, her şeyi pazarlayabilir. Kendi bekası için yapmayacağı şey yoktur. ‘Putin ricada bulunmuş, El Nusra güçleri çekilsin, kendileri de arkadaşlara söyleyip, değerlendirip gereklerini yapacaklarmış’ dedi. El Nusra dünya terör listelerindedir. Terörizm kavramı gerçek anlamıyla Türk devletine, DAİŞ’e, El Nusra’ya çok yakışıyor. Türkiye aslında Ortadoğu’da kaybediyor.

Küfrettiği Esad’ı aslında Astana Rusya görüşmelerinde kabul etme noktasına geliyor. Esad’ın yönetimde kalmasına sıcak bakmadıklarını, istedikleri kadar söylesinler; hiçbir itibarı yoktur. Irak işgal edilirken, Irak Enformasyon Bakanı El Sahaf vardı; Erdoğan, Yıldırım ve Dışişleri Bakanı’nın durumu onunla aynıdır. Gitti Putin’in kucağına düştü. Hangi onurlu siyasetten, hangi ilkeden prensipten bahsedebiliriz? Burada ilke yoktur, burada kaypaklık vardır. Tarihte Fouche bile Erdoğan kadar değildir. Onun için Türkiye, ne denirse densin defacto olarak Esad’ı kabul etmiş durumdadır. Astana görüşmelerini, Rusya’yla ateşkes görüşmelerini kabul etmesinin anlamı budur. Kabul ediyorsan hem çetelerin işledikleri suçların müsebbibisin hem de Esad’ın topluma, halklara karşı işlediği suçların müsebbibisin. Dikkat edin, iki tarafın da suçuna ortak oluyor.

Önder Apo’nun, Apocu hareketin izlediği siyaset üçüncü çizgidir. Hem çetelere hem de rejimin halklara yönelik baskı ve katliam girişimlerine karşı tüm halkların bir arada yaşadığı, bunları farklılık, zenginlik olarak gören bir siyaset izliyor. Bu temelde bir direniş geliştiriyor. Siyah ve beyaz gibidir; Ortadoğu’da şu anda siyah ile beyazı görmek istiyorsanız Önder Apo öncülüğündeki çizgiye ve AKP öncülüğündeki Türkiye çizgisine bakın. Her ne kadar herkes tebessüm edip açıklamalar yapsa da ne Rusya Türkiye’nin oynadığı kötü rolü unutacaktır, ne de Türkiye bunu unutacaktır. Onun için uçağın intikamını Rusya böylece almış oldu aslında. Erdoğan vaktiyle sarf ettiği tüm sözlerin aksine gidip Putin’in kucağına oturdu. O dönem sarf ettiğiniz bütün enerjinin tam tersi bir pozisyona geldiniz. Değişen Rusya olmadı, Esad olmadı; değişen Türkiye oldu. Çünkü Türkiye’de bir çizgi yoktur. Yani tüccarlığın bile bir ölçüsü vardır, Erdoğan klasik bir tüccar bile değildir.

‘ASTANA GÖRÜŞMELERİ SONUÇ ALMAYACAKTIR’

Daha önce bir Cenevre görüşmesi olmuştu ve Kürtler katılmadığı için bir sonuca kavuşmamıştı. Kürtler Rojava’da, Suriye’de önemli bir güçtür. Ama bu Astana görüşmelerine de Kürtleri dâhil etmek istemiyorlar. Sizce bu görüşmeler bir sonuca ulaşacak mı?

Uluslararası temel güncel siyasette de tarihsel açıdan şöyle bir ilke vardır; haklılığınız tarihsel açıdan ne kadar doğru olsa da bu haklılığı görünür kılıp etkili olabilmeniz için askeri-politik ve toplumsal gücünüzün olması lazım. Bu noktada örgütlü ve etkiliyseniz, muhatap olarak karar mekanizmasında yer alırsınız. Onun için Kürtlerin Astana görüşmelerinde, Cenevre’deki gibi yer almaması, Astana’nın başarısız olmasını getirecektir. Çünkü şu an sahada olan çeteler yahut diğer gruplar değildir; PYD öncülüğünde YPG, QSD öncülüğünde Kürt güçleridir. Arap, Süryani, Türkmen, Çerkez ve Kürt, PYD, YPG ve QSD’de birleşmiş temel bir güçtür. Yönettikleri bir alan, askeri bir direniş çizgileri, izledikleri bir siyasetleri var; yeni Suriye’de siyasi müzakereler için önerdikleri somut siyasi modeller var, Kuzey Suriye Federasyonu. Yeni Suriye’nin inşasında temel projelerini sunmuş durumdadırlar. Şimdi böyle etkili bir gücü görmezden gelemezsiniz, mümkün değildir. Görmezden gelseniz aldığınız kararlar pratikte uygulanmaz. Suriye’de bu kadar büyük direnişler, bu kadar büyük bedeller veren bir siyasal güç, sizin kendisini yok edecek bir politika uygulamanıza izin vermez. Dünya da izin vermez.

Astana görüşmelerinde aslında Rusya öncülüğünde Cenevre benzeri bir şey yapılmaya çalışılıyor, dikkat ederseniz alternatiftir; burada da Kürtlerin katılıp katılmaması tartışılıyor. Ama Türkiye özelde katılmasını istemiyor. Görüşmelerin içeriği nedir bilmiyoruz fakat Kürtlerin katılmadığı bir Astana görüşmeleri, sonuç almayacaktır. Cenevre’de tüm güçler vardı; Amerika, Rusya, herkes vardı. Türkler de vardı, Suudiler de vardı. Başarılı olmadı; olmaz da. İşte bir sürü çete çıkardılar. Pratikte karşılıkları var mı; yok. Sahada varlar mı; yok. Çeteler zaten marjinaldir, kimse kabul etmiyor; onlar da etkisizleşti. Etkilerini yitirdiler çünkü Erdoğan hepsini sattı.

Sahada olan şu anda kimdir? Bir rejimdir, bir de Kuzey Suriye Federasyonu güçleridir. Kuzey Suriye Federasyonu’nun temel yönetimini, gücünü, oradaki iradeyi görmezden gelerek yapacağınız görüşmelerin sonuç vermesi mümkün değildir. Bunun için müneccim olmaya, çok büyük tarihsel, siyasal analizler yapmaya gerek yok. Geçmişe bakarsak rahatlıkla bunları görebiliriz ve siyaset bilimi açısından da bu çok rahatlıkla söylenebilir. Zaten ABD dışişleri sözcüsü de Suriye’nin geleceğine yönelik görüşmelerde PYD’nin olması gerektiğini söyledi. Odur, çünkü görüşmeler olmak zorundadır. Yeni bir Suriye inşa edilecekse, Kuzey Suriye Federasyonu yönetimi de bu görüşmelerde olmak durumundadır. Aksi halde Astana olur, başka yer olur, hiçbir sonuç elde etmez; tarih bunu gösterecektir, önümüzdeki süreç daha da çok gösterecektir.