Kendini halkına adayan genç bir Êzidî kadını

Fermanı yaşamış olan kadınlardan biri olan Zehra Şengali, şu anda Êzîdxan Özgür Kadın Hareketi’nin (TAJÊ) yöneticilerinden. Êzîdî kadınlarının bir daha asla ezilmemesi, katledilmemesi ve köle olarak satılmaması için mücadele ediyor.

Derikte’ki Newroz Mülteci Kampı’nda tanıştığımız Zehra Süleyman Şengali 25 yaşında bir Êzidî kadını. Şengal’in Duhola köyünde dünyaya gelmiş ve DAİŞ tarafından gerçekleştirilen son Êzîdî katliamına kadar da (2014) Şengal’de yaşamış. Katliamın canlı tanıklarından biri.

Şengal katliamından sonra Zehra’nın yaşamı, kendini ve dünyayı algılama biçimi değişmiş haliyle. Katliamdan önce yaşamı ev sınırları içerisinde geçen Zehra, bugün Şengal Êzîdî toplumu ve kadınları için çok aktif bir biçimde çalışma yürütüyor. Zehra şu anda Êzîdxan Özgür Kadın Hareketi’nin (TAJÊ) yöneticilerinden biri. Êzîdî kadınlarının bir daha asla ezilmemesi, katledilmemesi ve köle olarak satılmaması için mücadele ediyor.

‘FERMANA KADAR BÜTÜN YAŞAMIM KÖYÜMDE GEÇTİ’

Zehra Zehra Suleyman Şengali, katliama kadar Şengal dışına hiç çıkmamış. Fermandan önce tüm yaşamının kendi köyünde geçtiğini söyleyen Zehra, o süreçteki yaşamını ve bakış açısını kısaca şöyle anlatıyor: “1000 haneli bir köyde yaşıyorduk. Köy halkıyla ilişkilerimiz vardı. Fakat öyle dünyada neler oluyor fazla bilmiyorduk. Toplum olarak kendi inancımızı koruyabilmek için içe kapalı yaşıyorduk. Herhangi bir politik bilincimiz yoktu. Kadın bilincimiz de yoktu. Toplumumuzda kadınların okuması, dışarı gidip çalışması, siyasetle ilgilenmesi gibi bir durum yoktu. Tersine ayıplanıyordu. Ama bütün ev işlerini bizler yapıyorduk. Aslında kadınların yaşamı gerçekten de zordu. Ben, aile içinde babamın ve ağabeylerimin baskısı fazla olmadığı için kendimi şanslı hissediyordum. Çünkü toplum içerisinde birçok kadına baskı var. Daha çok erkek egemenliğine dayalı bir anlayış hakimdi. Üzerimde fiziki bir baskı olmadığı için kendimi özgür sanıyordum ama; bir Êzidî kadını olarak konumumun aslında diğer kadınların yaşamından hiç bir farkı yoktu. Sınırlarım çok net ve belirgindi.”

‘MUSUL VE TELAFER'İN DÜŞMESİYLE KAYGILANDIK AMA KDP’YE DE İNANDIK’

Zehra Şengalî, DAİŞ’in Musul’a saldırmasına kadar yaşamlarında hiçbir değişimin olmadığını, bu saldırıyla birlikte Şengal’deki Êzidî toplumunda da bir hareketlenme ve huzurun yaşandığını dile getirdi. Bunun kendisine de yansımasını şöyle ifade ediyor: “Musul’dan ve Telefar’den kaçan mülteciler Şengal’e, yanımıza geldiler. Biz yaşam alanlarımızı, evlerimizi onlara açtık. Evimizi verip gidip başka yerlerde yatıyorduk. Bu kültürümüzde vardı. Mesela dua ederken bile 72 millete dua eder sonra kendi halkımız için dua ederdik. Böyle bir kültürümüz var.

Musul’un düşmesi ardından Telafer’de düşünce bizim toplumumuzdaki kaygı arttı. Şengal’de o süreçte 12 bin peşmerge vardı. Biz kadınlar siyasete karışmıyorduk ama ne olup bittiğini ailemizden çevremizden duyuyorduk. Bizim kaygılarımızı toplumun ileri gelenleri onlara ilettiğinde, ‘Hiçbir yere gitmeyin. Bir tanesinin bile Şengal’e girmesine izin vermeyiz. Kutsal bir topraktır. Sizi savunacağız’ demişler. Ben kendim de KDP’lilerin bu sözleri üzerine biraz rahatladım.”

‘İHANETİ VE ÖLÜMÜ GÖRDÜM’

Zehra Şengalî, kendilerine verilen tüm sözlere rağmen bir Êzidî kadını olarak DAİŞ’in saldırdığı 3 Ağustos 2014 gecesi ölümü, ihaneti çok net bir biçimde gördüğünü aktardı: “Gece saat 03:00 gibi bize Mahmur’dan bir telefon geldi. DAİŞ’in Şengal’e saldırdığını ve kaçmamız gerektiğini söylediler. Biz de hemen çıktık. İnsanlarımız can havliyle Şengal’den çıkmaya çalışıyordu. Bizi savunacağını söyleyen peşmerge de gidiyordu. 12 bin peşmergeden hiçbirisi kalmadı. Onlardan silahlarını bize bırakmalarını istedik ama bir tek silah bile vermediler. O süreçte ancak 10 aileden birinde bir silah vardı ve onun da sadece bir şarjörü vardı. Kaçmaktan başka yapılacak bir şey yoktu.

Biz Şemal tarafındaydık. Dağa ve Rojava’ya yakındı. DAİŞ’in Kıblet tarafından saldırdığını duyuyorduk. Oradan çıkabilmemiz için iki yol vardı. Birisi düzgündü ama diğeri sadece bahçelere gittiğimiz fazla düzgün olmayan bir yoldu. Biz çıkmaya çalışırken bizim kendi içimize kabul ettiğimiz mülteciler yolumuzu kestiler. Keza içimizde yaşayan Müslümanlar da aynı şekilde davrandılar. O yolun tutulduğunu öğrenince başka bir yoldan dağa çıkmaya başladık. Bizim bulunduğumuz taraf dağa yakın olduğu için Şemal tarafı kadar darbe almadı. Ama çığlıkları, silah seslerini duyuyorduk.”

‘ARTIK ŞENGAL VE ÊZÎDÎLİĞİN BİTTİĞİNİ DÜŞÜNDÜM’

Fermanın başlamasının ardından, kendilerini dağa vurmayı başarmış olsalar da; psikolojik olarak bir yıkımı yaşadıklarını ve 10 günden fazla yaşadıklarına inanamadığını belirten Zehra Şengali, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Dağa çıkarken DAİŞ bize 10 dakika uzaklıktaydı. Biksiyle tarasalardı bizi kesinlikle vururlardı. Dağdayken sürekli telefonlar geliyordu. Kadınlar ve çocuklar hızla çıksın. Kendini kurtarsın diyorlardı. Çocuklar, anneler, hepsi aç susuz, korku içinde o dağlardaydı. Güneşin önündeydik. Benim de yaşlı bir anam vardı. Ben genç olduğum için DAİŞ’in eline düşmeyeyim diye hızla çıkmamı ve kendimi kurtarmamı istiyorlardı. Herkes beni de diğer genç kızlarla göndermeye çalıştı ama ben kabul etmedim. Annemi öyle bırakamadım. Gerçekten o dağlara tırmanırken de aslında psikolojik olarak yıkılmıştık. Gerçekten artık ‘Êzidîlik için her şey bitti, biz bittik. Şengal’deki bütün Êzidiler ölecek ve Êzidilîk bitecek. Bu son katliamdır’ diye düşünüyorduk. Kimsenin bize sahip çıkmasını beklemiyorduk. Yollarda ölümü gördük. Annesiz çocukları, yolda düşen kadınları, yaşlıları gördük. Kendim de ölüme ve bitişe inanmıştım.”

‘YPG’NİN KORİDOR AÇMASIYLA YENİDEN UMUTLANDIK’

Zehra Şengali, kendisi ve çevresindekilerin ölümü beklerken; YPG’nin Rojava’ya koridor açtığını duyduklarını, bunun kendilerini nasıl umutlandırdığını şöyle anlatıyor: “8 Ağustos’ta abim telefon açıp, YPG’nin yolu açtığını söyledi. Gerçekten bizim için sanki yeniden yaşam o gün başladı.

O süreçte bazı aileler direndi, şehit de verdiler ve dağda kaldılar. Bunlar da HPG gerillaları tarafından örgütlenen kesimdi. Örgütlü kesimin sayısı sınırlıydı çünkü katliamdan önce Şengal’de sadece 12 gerilla vardı. Bunların da birkaçını KDP tutukladı. Geri kalanlar da gizli hareket ediyorlardı ve sadece geceleri bazı ailelere ulaşabiliyorlardı. O nedenle ulaştıkları kesimler sınırlıydı. Ama gerçekten de katliam sürecinde direnen kesimler onların örgütlediği halktı. Biz Rojava’ya geçmeye çalışırken onlar dağda kaldı ve direndiler” diye konuşuyor.

‘CAN VERMEYE GELDİKLERİNİ SÖYLEDİ, ORADA ŞEHİT OLDU’

Katliam ve göç sürecinde kendisini derinden etkileyen bir çok olay yaşayan Zehra’nın hayatında dönüm noktası oldu diyebileceği bir başka olay ise şöyledir: “Yol açıldıktan sonra Rojava tarafına geçtik. Orada önümüze bir otobüs geldi. İçinde YPJ’li kadın arkadaşlar vardı. Onların noktasına gittik. Aslında orası da ön cephedeki bir yerdi. Noktaya gidince kadınlar, ‘biz öldük, bittik’ diyerek ağlamaya başladı. YPJ’li arkadaşlardan birisi o zaman bize, ‘Hayır. Sizin için canımızı vermeye geldik. Canımızı vereceğiz ama Êzidî toplumu bitmeyecek’ dedi. Bir süre sonra gitmemiz gerektiğini söylediler. Yine o arkadaş, ‘Sizi bu gece noktamızda dinlendirmek isterdik. Ama her gece bize saldırı oluyor. Sizi burada koruyamayız’ dedi. Cihazla bağlantı kurdular, ardından bir otobüs gelip bizi aldı. Onlar orada savaşarak halkın Rojava’ya geçmesini sağlıyorlardı. Arkadaşlar savaşıyor, halk o sayede geçiyordu. Daha sonra o arkadaş gerçekten de o noktada şehit oldu. Ben o arkadaşın sözlerini hiç unutamıyorum. Bizim için gerçekten canını verenler vardı. Bu bizim için bir ilkti ve onlara layık olmalıydık.”

‘BEN DE HALKIM İÇİN ÇALIŞMAYA BAŞLADIM’

Rojava’ya geçtikten sonra, kendisi de yollarda zorlanmış olmasına rağmen, hemen katliamdan kurtulan toplumuna yardım için çalışmaya başladığını ifade eden Zehra Şengalî, kampta geçirdiği ilk altı ayı şöyle anlatıyor: “Newroz Kampı’na ulaştığımızda herkes perişan durumdaydı. Gece dinlendik. Sabah tüm manzara açığa çıkıyordu. Özellikle kadınlar ve çocuklar çok zor durumdaydı. Kampta bir kısım hazırlık yapılmıştı. Fakat çok yoğun bir göç olduğu için çalışmalar devam ediyordu. Ben orada ilk başta yardımcı olarak çalışmalara başladım. Halka dağıtılması için giysi getirilmişti. Bu konuda yardımcı oldum. Ondan sonra ben, abim ve bir arkadaşım her gün sabah altıdan gece geç saatlere kadar kamp çalışmalarına katıldık. Giysi, erzak dağıtımı vs. Böyle 6 ay geçti. Kamp biraz düzene girdi. Dışardan gelen yardım kuruluşlarıyla çalışmaya başladım.”

‘ŞENGAL HALK MECLİSİ’NİN KURULUŞUNDA YER ALDIM’

Kamp yaşamındaki tecrübesiyle birlikte daha hızlı bilinçlendiğini anlatan Zehra, aynı dönemde Şengal Halk Meclisi’nin kurulacağını öğrendiğini aktarıyor. Zehra kendisinin de Şengal’e gitmeye karar verdiğini söyleyerek devamla şöyle konuşuyor: “O zamana kadar 12 köy DAİŞ’ten kurtarılmıştı. Şengal’e gidişler vardı. Arkadaşların da desteğiyle ben de Şengal’e gitmeye karar verdim. Kararımı anneme ve babama açtım. Annem karşı çıktı. ‘Orada DAİŞ var, gidip ne yapacaksın!’ dedi. Ama ben kararımdan vazgeçmedim. Şengal Halk Meclisi’nin kuruluş kongresi için Newroz kampından 30 kişi gittik. İçimizde gençlikten arkadaşlar da vardı. Bir taraftan savaş sürüyordu, bir taraftan da biz toplantımızı gerçekleştirdik. O zor koşullarda kadını ve erkeğiyle 150 insan bu toplantıya katılarak meclisimizi kurduk. 14 Ocak 2015 tarihinde 30 üyeli Şengal Meclisi’ni ilan ettik. Newroz kampından giden delegelerden 9 kişi bu meclise seçildik. Bunlar arasında bende vardım. Yine bu meclis üyelerinden 7’si kadındı. Bu Şengalli Êzidî kadınlar için çok büyük bir şeydi.

Sonra komitelerimizi kurduk. Ben savunma komitesinde yer aldım. Kampın savunmasının örgütlenmesinden sorumluyduk. Savunma komitesinden sonra gençlik komitesinde yer aldım. Sonra Newroz kampının Gençlik Meclisi’ni kurduk.

‘ÊZİDÎ KADINLARIN YAŞADIKLARI DEVRİM NİTELİĞİNDEYDİ’

Şengal Halk Meclisi üyeliği görevinin yanı sıra, Êzîdxan Özgür Kadın Hareketi(TEJÊ) yönetiminde de yer alan Zehra Şengalî, Êzidî kadınlar olarak ilk defa böyle siyasal, toplumsal çalışmalarda yer aldıklarını ifade ediyor: “Bunun önemi bizim için çok büyüktü. Siyasetle uğraşan, gerilla olan, hatta PKK yönetiminde yer alan Êzidî kadınları vardı. Ama biz fermandan önce bunlardan haberdar değildik. Katliamdan sonra bizim de içinde yer aldığı çalışmalar ve Şengalli kadınların öz savunma örgütünün, yani YJŞ’nin, kurulması bizim için bir devrim niteliğindeydi. Bizler bu kadar gücümüzün olduğunu bilmiyorduk.”

‘KENDİMİZİ SAVUNMAZ VE YÖNETEMEZSEK YOK OLURUZ’

Şengal katliamının ardından kendi yaşadıkları üzerine ve toplum üzerine çok düşündüğünü dile getiren Zehra Şengali, bu konuda çıkardığı sonuçları şöyle sıraladı: “Evinin sınırlarından çıkmayan hatta okuma yazması bile olmayan bir insandım. Ama bütün çalışmalarda yer aldım. Bilinçlendim, güçlendiğimi hissettim. Bir çok defa kafa yordum, neden katliamdan önce hem genel Şengalli Êzîdîler hem de kadınlar olarak bunları düşünememiştik. Gerçekten dünyamız çok dardı. Günlük yaşıyorduk.

Katliamdan sonra, hem verdiğimiz şehitlerin hem de DAİŞ’in eline esir düşen kadınlarımızın üzerimizdeki etkisi çok fazla oldu. Ben kendime, ‘Artık evde ne yapacağım’ dedim. Katliam zamanı 7000 Êzidî kadını DAİŞ’in eline geçmişti. Bu bizim için tam bir yıkımdı. Bu durumdan sonra, kadınlar olarak, kendi savunmamızı güçlendirmemiz gerektiğini anladık. Biz kendimizi savunmazsak, irademizi ortaya koymazsak hiçbir güç bizi savunmazdı. Ben kendim de bu bilince ulaştım. Bu noktada; gerillaların, Rojava’daki demokratik özerk yönetimin, yine YPG ve YPJ’nin çok büyük bir desteği oldu. Bundan sonrası için de kendimi bu doğrultuda geliştireceğim. Çünkü artık bu katliamlar toplumumuz için bir kader olmamalı. Êzidî kadınları, bir daha asla DAİŞ’inki gibi aşağılık, insanlık dışı muamelelere maruz kalmamalı.”

‘YAŞAMIMIZ GİBİ ALGILAR DA ÇOK DEĞİŞTİ’

Şengalli Êzidî kadınlarının genel olarak katliamdan önce kendilerini, erkeğe oranla güçsüz ve eksik gördüklerini ifade eden Zehra Şengalî, katliam sürecinde bu algının değiştiğini söyledi. “Gördük ki, biz kendimizi savunmazsak, erkek bizi savunmaz. Daha sonra içine girdiğimiz çalışmalarda da kadınların hiç de erkeklerden eksik olmadığını gördük. Kadınlar olarak yaşamın her alanında, siyasette, savunma da yer alarak ancak kendimizi ve toplumumuzu koruyacağımızı anladık. Bende bu bilinç gelişti. İlk defa kendi gücüme ve kadına karşı böylesine bir güvenim gelişti.”

Şengalli Êzidî kadınların yaşadıkları değişimlere ilişkin ‘olumsuz’ tepkiler de gelmiyor değil. Zehra bu gibi durumları şöyle yorumladı: Tabi bu duruma tepki veren erkekler de oluyor. ‘Arkadaşlar Êzidî kadınları eğittiler, şimdi onlarla yaşanmıyor’ diyorlar. Yine KDP’li bazı Êzidî ailelerden birkaç ana, ‘kadınsınız ne işiniz var siyasetle’ şeklinde dedikodularla bizi zorluyor. Ama bunların nedenlerini biliyoruz. Çünkü yaşamımız değişti. Artık ne erkekler egemenliklerini eskisi gibi sürdürebiliyor, ne de KDP’nin içimizde bir itibarı var. Bende ve birçok Êzidî kadınında artık erkeğin bizi koruyacağı anlayışı yıkıldı. İnanıyorum ki, bir gün biz Êzidî kadınları olarak onları da daha iyi koruyacağız.”

‘ÖNDERLİĞİN FİKİRLERİYLE TANIŞTIM, KİMSEDEN KORKMUYORUM’

Şengalli bir Êzidî kadını olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fikirleriyle tanışmasının yaşamını değiştirdiğini ve korkularını aştırdığını dile getiren Zehra Şengalî, anlatımlarını bu konuda verdiği bir örnekle sonlandırıyor: “Süleymaniye’deki Önderlik konferansına, Êzidî kadınları adına, delege olarak katıldım. Dönüşte KDP beni tutukladı ve bana çok şey söylediler. PKK ve gerillalar üzerine birçok yanlış şey söylediler. Bana, ‘Sen niye PKK’ye katıldın?’ diye sordular. Ben de onlara; ‘PKK’ye değil, toprağıma ve halkımın özgürlüğüne katıldım. Katliamdan önce belki sizden korkuyordum ama bugün sizden korkmuyorum. Beni kaybedemezsiniz’ dedim. ‘Sen nerden biliyorsun, neyine güveniyorsun!’ dediler. Ben de ‘Êzîdxan Kadın Hareketi benim arkamdadır. Yine gerilla arkadaşların benim burada olduğumdan haberleri vardır. Ve beni buradan mutlaka çıkaracaklar. Şimdi beni soruyorlardır. Artık biz Önderliğin fikirlerini tanıyoruz. Sizden korkmuyorum’ dedim. Ve 2 gün sonra beni bırakmak zorunda kaldılar. Yani söylemek istediğim artık bizde; Önderliğin fikirleriyle, örgütlülükle, kendi kendini yönetme anlayışıyla kendimize bir güven gelişti. Kimse bizi baskıyla, tehditle, çeşitli oyunlarla yaşamımızı özgür temeller üzerinden yeniden kurmaktan alıkoyamayacak.”