‘Sanatın da zanaatın da halka ulaşmazsa bir anlamı yok’

Duygusuz fabrikasyon ürünlere karşı geleneğin ve emeğin izlerini taşıyan ürünler ürettiklerini belirten Ruşen Yakut, küçük dükkanlara hapsedilmeden ürünlerin sergilenebileceği ortak bir alan istiyor.

Günümüzde yaygınlaşan tüketim kültürüne küçük stantlarda emek vererek ürettikleriyle meydan okuyan kadınlar, sistemin bir parçası olmaktansa kendi alternatiflerini yaratarak yaşama dahil olmaya çalışıyor.

‘Pirço' adını verdiği küçük dükkanında el emeği kıyafet, takı, aksesuar, abajur, biblo, avize üreterek geçimini sağlayan Ruşen Yakut da bu kadınlardan biri. 

Sosyoloji bölümü mezunu olan Ruşen Yakut bu işe öğrencilik döneminde kendisi ve arkadaşları için takılar yaparak başlamış. O dönem ürettiklerinden ekonomik gelir elde etmek gibi bir fikrinin olmadığını belirten Yakut, şuan yaptığı işten gayet memnun; ‘’Sisteme entegre olmaktansa kendi alternatifimi yaratmak istedim ve girdiğim arayış sonucu arkadaşımın da teşvikiyle birlikte ürettiğimiz ürünleri sokakta küçük bir stant kurarak değerlendirme kararı aldık” diyor.

ÜRETİMİN BİR SINIRI YOK

Yaklaşık üç yıldır bu işle meşgul olduğunu söyleyen Yakut, bu işin en güzel yanı bir sınırının olmaması gerektiğini söyledi.

Ürünlerini insanların beğenisine sunduktan sonra tepkilerini gözlemlediklerini vurgulayan Yakut şunları söyledi: “Verdikleri tepkilere göre ürünlerimizi yeniden şekillendirdik. Yeni insanlar yeni fikirlerin dolayısıyla da yeni ürünlerin oluşmasına neden oluyor. Böylelikle küçük bir küpe ve kolyeyle başlayan üretimimiz; kitap kılıfına, anahtarlığa, abajura, masa lambasına, mumluğa, sehpaya, kitaplığa, takı askısına evrilebiliyor. Bu işin en güzel yanı bir sınırının olmaması. Talepler artıp, toplum değiştikçe yaptığın işte gelişip, değişiyor.”

Ruşen Yakut el emeği göz nuru ürünlerinin yapım aşamasından alıcısına uzanan yolculuğuna ilişkin de şunları söyledi: “Amacımız duygusuz fabrikasyon ürünler arasında geleneğin ve emeğin izlerini taşıyan ürünleri var etmek. Bunun için aman aman bir malzemeye ihtiyacımız yok. En basitinden eskiden bir tülbentte oyası olan bir ürünü küpeye, bilekliğe ya da kolyeye çevirebiliyorsun. Böylelikle çevremizde sıkça gördüğümüz, birbirinin aynısı ürünlerden farklı, kendine has özellikler taşıyan ve en önemlisi bir hikayesi olan yeni bir ürün elde ediyorsun.” 

‘ÜRÜNLERİMİZ MODERNİZM VE YÜKSEK BİNALARA GÖLGE DÜŞÜRÜYORMUŞ’

Sokakta ve stantta insanlarla iç içe bir üretim gerçekleştirdiklerini ancak belediyelerin sokakta satışı engelledikleri için dükkana geçmek zorunda kaldıklarını anlatan Yakut; “Sokakta küçük bir standımız, çevremizde ise bizim gibi el emeği ürünler satan birçok insan vardı. Fakat yüksek binalar ve modernizme gölge düşürdüğümüz gerekçesi ile belediye tarafından sokağı terk etmemiz söylendi. Bunun üzerine biz de dükkana geçtik. Dükkan bizim için kirası ve malzemeleriyle ekstra gider yaratsa bile olumlu birçok tarafının olduğunu da itiraf etmeliyim. Mesela burası üretim açısından bizim için bir okul oldu. Sokakta öğrendiklerimizi burada çeşitlendirdik ve çalışma alanımız genişledi. Şu an her şey güzel ilerliyor” şeklinde konuştu.

ORTAK BİR ALANA İHTİYAÇ VAR

El emeği ürünlerin sergilenmesi için özel alanlara ihtiyaç olduğuna vurgu yapan Yakut, halka ulaşmayan ürünün adı ne olursa olsun bir anlamının olmayacağını düşünüyor. “Yaptığınız şey emeğin sonucu. Kimisi bunu sanat olarak adlandırıyor kimisi zanaat. Sonuç olarak nasıl adlandırırsanız adlandırın bunları halka ulaştıramıyorsanız bir anlamı yok. Bu tür işlerin şehrin arka sokaklarında halktan uzak küçük dükkanlara hapsedilmesini doğru bulmuyorum. Zaten küçük çaplı tezgah yapımı olan bu ürünlerin çok bir geliri yok ve büyük markalarla baş etme noktasında sıkıntı yaşıyor. O nedenle özellikle bu tür iş alanlara pozitif ayrımcılık tanınarak daha cazip hale getirilmeli. Bu noktada en büyük hatamız herhalde bir yandan kapitalizm ile mücadele ettiğimizi söylerken diğer taraftan bu sisteme meydan okuyan el emeğini görmezden gelmemizdir.”