Bezar: Türkiye Kürt sinemasını desteklemek zorunda!

Almanya’da çektiği kısa film ile 68’nci Cannes Film Festivali’ne bulunan Kürt yönetmen Miraz Bezar, “Eğer Türkiye devleti Kürtlerden vergi alıyorsa Kürt sinemasını ve kültürünü de desteklemek zorundadır” dedi.

Almanya’da çektiği kısa film ile 68’nci Cannes Film Festivali’ne bulunan Kürt yönetmen Miraz Bezar, “Eğer Türkiye devleti Kürtlerden vergi alıyorsa Kürt sinemasını ve kültürünü de desteklemek zorundadır” dedi.

Türk devletinin Kürdistan’da işlediği vahşi cinayetleri “Min Dît” isimli film ile beyaz perdeye taşıyarak isminden söz ettiren Kürt yönetmen Miraz Bezar’ın son kısa filmi “Nicht Zu Früh Nicht Zu Spât” 300 film arasında Almanya Sinema Birliği tarafından seçilerek, 68’nci Uluslararası Cannes Film Festivali’ne geldi. Cannes’da bulunan Bezar, şu anda yeni projeler üzerinde çalıştığını belirterek, Kürt yönetmenlerinin film yapmakta zorlandıklarını söyledi. Kürt yönetmen ve sinemacıların içerisinde bulunduğu durumu “öksüzlük” olarak tanımlayan Miraz Bezar, bu durumdan kurtulmak için zamana ihtiyaç olduğunu söyledi. Türkiye devletine de seslenen Kürt yönetmen Miraz Bezar, “Türkiye’de 25 milyon Kürt yaşıyor. Ciddi bir işveren potansiyeli var ve bunların büyük miktarda devlete vergi ödüyor. Eğer Kürtler vergilerini ödüyorsa o zaman bu devlet de Kürt kültürüne ve sinemasına katkı sunmak zorundadır” diye konuştu. Kürt yönetmen Miraz Bezar ile Cannes’da Kürt sinemasının içerisinde bulunduğu durumu ve projelerini konuştuk. 

‘Min Dît’ filminden sonra uzun bir dönem sessiz kaldınız. Böyle bir kısa film yapma gereği nereden çıktı?

Ben “Min Dit”ten sonra Berlin Ballhaus Tiyatrosu’nda uzun bir zaman tiyatro ile uğraştım. Bunlarla birlikte 3 uzun metrajlı projelerim var onlar üzerinde çalıştım. Şu anda çekmecemde 3 tane proje duruyor. Bir tanesi Almanya’da gerçekleştirmesini istediğim proje. Onun için biraz zor oluyor. Böylesi bir durumda şuanda yaptığım kısa film önerisi geldi. Benim eski okulumda iki genç, yazdıkları bir senaryo ya yönetmenlik yapmamı istediler. Ben de hem hikayeyi ilginç buldum hem de uzun zaman setten uzak kaldığım için tekrar sette dönüş için kabul ettim.

Biraz son kısa filminizden bahseder misiniz? Neden böyle bir hikaye?

Bir çocuk filmi. Gerçek ile fantazi dünyası arasında sıkışmış ve o gerçeği göremeyen iki çocuğun hikayesini anlatıyor. Çocuklar büyüyüp, ergenliğe doğru adım attıkça fantazi dünyaları gidiyor, gerçek dünya ile tanışıyorlar. Burada da bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. 8 dakikalık kısa bir film.

Cannes’da bu nedenle mi bulunuyorsunuz?

Almanya Sinema Birliği, Cannes’a bulunan dünya yapımcılarına ve sinemaseverlerine göstermek için ülke genelinde hazırladığı bir pakettir. Yani 2015 Almanya kısa film seçkisidir. Film yönetmenleri de Almanya Sinema Birliği davetlileri olarak, buraya geliyor. Ben de bu çerçevede buradayım.

Peki bu seçki paketinde toplam kaç film var?

Bu seçkide toplam 12 film var. Almanya’da 2015 yılında çekilmiş 300 kısa film arasında seçildi. Bu filmlerin ilk galaları Cannes’da yapılıyor.

Evet, çekmecenizdeki hikayelerden bahsettiniz. Bizimle paylaşır mısınız?

1’ncisi, geçtiğimiz yıllarda Almanya’da yapılan göçmen cinayetleri, 2’ncisi de ASALA’yı anlatan bir film. 3’ncüsüyse yazar Hasan Bildirici’nin “Dönüşü Olmayan Yol” isimli romanı üzerinde çalışıyorum.

Bu projeler şu anda hangi aşamada?

Birincisi yani Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütünün cinayetleri çok uzun zamanı mı aldı, 1,5 yıldır araştırıyorum. Senaryo hazır, sadece iyi bir yapımcı bulup çekmem gerek. Ama şu anda Almanya’da bunu yapmak çok zor. Çünkü bu işin ucu istihbarat örgütlerine, derin devlete kadar dayanıyor. Tıpkı Türkiye’deki derin devletin işlediği cinayetler gibi. Türkiye’de bu söyleniliyor, dillendiriyor, tartışılıyor. Ama Almanya’da bu yok ya da ‘acaba bu cinayetlerde derin devletin parmağı var mı’ diye yeni tartışmalar başladı. Ben de bunu çok direk anlatacağım için yapımcılar korkup geri çekiliyor. Hatta inanmak istemiyorlar, benim bu tarzda yaklaşmamı doğru bulmuyorlar. Bundan dolayı proje çekmecede duruyor.

Almanya’daki gerçekleşen bu cinayetlerde derin devletinin parmağının olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Benim yaptığım araştırmalarda Türkiye’de derin devletin yaptığı cinayetlerin bir benzeri burada da yapıldı yönünde. Gladyo Türkiye’de nasıl sağcı gençleri kullandıysa bu Almanya’da da geçerli. Hemen bütün bu cinayetlerin etrafında Almanya iç istihbaratın ajanlarının içinde olduğu insanların bildirdiği ortaya çıktı. Hata NSU çetesinin ortaya çıktıktan sonra istihbarat dairesinde tatil gününde bu kişilerle olan bütün dosyaların yok edildiği tespit edildi. Yok, edilmenin hiç bir ne deni yokken bunu ört bas etmeye çalıştılar. Gladyo’nun stratejisinin bir parçasıdır. Sistem olarak İtalya ve Türkiye’de yaşananların aynısıdır. Neden göçmenler sorusuna da cevabını bilmiyoruz.

Böylesi bir projeye girişmeniz riskli değil mi?

Şu anda birçok sinemacı bununla ilgileniyor. Zaten zorlaştırılmanın bir nedeni de bu, aslında. Benim için kişisel bir risk yok. Ben bilinmeyenleri söylemiyorum, her şey açık ve biliniyor. Sadece bu keskinlikte ve yöntemde söyleyen yok. Sanırım o da benim Kürt ve göçmen olmamdan kaynaklanıyor. “Min Dît”te de yaptığım gibi. Ben sinema yapamadığım zaman risk oluyor. Benim yaptıklarımdan insanlar rahatsız oluyor. Türkiye’de de bu böyle, Almanya’da da. Onun için benim sinemam biraz yavaş gelişiyor.

Diğer hikayeler...

Nuran David Çalış ile birlikte ASALA’yı işliyoruz. Bir Alman prodüksiyonuyla birlikte yapıyoruz. Çünkü ASALA dönemi işlenmedi, hemen hemen hiç anlatılmadı. Onun için oldukça ilginç bir hikaye. Onunla birlikte yazar Hasan Bildirici’nin “Dönüşü Olmayan Yol” romanın senaryolaştırıyorum. Oda önümüzdeki dönemde prodüksiyon aşamasına gelir.

O Kürt ayağı sanırsam?

Evet diğer her ikisi Alman. Ama bu son proje tamamen Kürt.

Bir kaç yıl öncesine kadar sınırlı Kürt filmleri yapılmasına rağmen uluslararası festivallerde dünya sinema seyircisiyle buluşuyordu. Son yıllarda çok sayıda Kürt filmi yapılmasına rağmen dışarıya açılamıyor. Bunun nedeni nedir sizce?

Belki bu yapılan filmler, uluslararası arenada yoklar ama çok sayıda film yapılıyor. Eğer bir sinemacı film yapıyorsa bu bir başarıdır. Hele yapacağı bir film diğerini tetikliyorsa. Bir sinemanın gelişimi için önemli bir faktör. Ama arkamızda bir devletin, kültür bakanlığın olmaması tabi bizim daha fazla çıkış yapmamızı engelliyor. Bir bakımda ben Almanya’da, bazı arkadaşlar, Fransa, Norveç, Belçika diğerleri Türkiye’de para bulmakta zorlanıyoruz, yavaşlatıyor. Ya da yaptıkların başka ülkelerin sineması olarak geçiyor. Bire bir filmi yapıp dışarıya sunduğun zaman bir Alman ile ya da başka biriyle aynı imkana sahip olamıyorsun. Bir lobi çalışmasını yapamıyorsun. Örneğin bir Cannes’da göze batmamız için birileri de bize kapı aralaması gerekiyor. Maalesef bu yok. Bir Türkiye sinemasında ya da bir Alman sinemasında bu var. Ama Kürt sinemasında bu yok. Belki zamanla gelişir.

Kürt sinemacılar öksüz mü?

Tabi ki öksüzler...

Bunun çözümümü nasıl olur sizce?

Bu zamanla çözülür. Bizim nesil için erken bir dönem. Güney Kürdistan’daki yönetmenler ve sinemacılarda yavaş yavaş gelişiyor. El yazıları zamanla bir kimlik kazanacak. Kültür kurumunun oturtulması da 5-10 yıl sonra ancak oluşur. Yine Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de de böyle. Herkes kendi imkanlarıyla bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu biraz bizim neslin sorunu. Kürtlerin yaşadığı Türkiye gibi ülkeler biraz demokratikleşirse, Kürt yönetmenler daha özgür ve rahat kendi hikayelerini anlatırlar. Kürtçe piyasa filmlerini bile yaparlar.

Türkiye’de 25 milyon Kürt yaşıyor. Bunlar vergilerini ödüyor ve bu ülkenin vatandaşı. Bütün bunlara karşılık Türkiye kültür bakanlığın Kürt kültürünü özellikle sinemasını desteklememesi gerekmiyor mu? İspanya bu konuda iyi bir örnek. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Yerinde bir tespit ve öyle olması gerekiyor. Ama Türkiye eli ayağı düzgün bir ülke değil. Eğer olsaydı diğer diller için yapılan filmlere destek sunulurdu. Sadece Kürtçe değil diğer diller için de özel bir bütçe ayrılmalı. Ama maalesef Türkiye’de böyle bir şey yok.

Türkiye’de ciddi bir Kürt yönetmen ve sinemacı potansiyeli oluşmuş. Amed merkezli olmak üzere birçok sinema derneği kurulmuş. Ama bu sinemacılardan bu si sistemi zorlayacak ve tartışma yaratacak bir talep yok...

Türkiye çok şoven bir ülke. Kürt dilini hala kabul etmiş değil. Belki teoride kabul ettiğini söylüyor ama yaşamda hala Kürtçe yasak. Kültür bakanlığı olmak üzere bütün bakanlıklarda bu zihniyet var. Her şeyden önce bu zihniyetin değişmesi gerekiyor. Buradaki mesele sadece Kürt sinemacıların meselesi değil. 30 yıllık Kürt sorunun çözülme meselesidir. Bir dil meselesi bile dahi çözülmemişken Kürt sinemasın sorunu nasıl çözülür ve desteklenir.

...