Kartpostalın gücü, Alone in Berlin

Berlinale’de 'Altın Ayı' için yarışan 20 filmden biri olan 'Alone in Berlin' seyirciyle buluştu. Nazi rejimine karşı bir sıradan bir Alman ailesinin mücadelesini anlatan film, diktatörlerin baskıcı karakterine gönderme yapıyor.

İnsanlık tarihinin en kanlı savaşı olan İkinci Dünya Savaşı'nın üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen yeni filmlere ve sanatsal eserlere konu oluyor. Şimdiye kadar yüzlerce kitap yazıldı, onlarca film çekildi. Ancak her çekilen yeni filmde, insanın kanını donduracak sahnelerle karşılaşılıyor. Zaten neredeyse her yıl Cannes, Venedik ve Berlin gibi dünyanın en prestijli film festivallerinde mutlaka Nazi diktatörlüğünü konu alan bir filme rastlamak mümkün... İşte Berlinale'nin iddialı yapımlarından “Alone in Berlin” de bunlardan biri.

Film bir uyarlama. Yönetmen Vincent Pérez, “Hans Fallada’nın 1947’ tarihli romanındın feyiz alarak, filmi çekmiş. “Alone in Berlin” (Berlin’de Tek Başına) şimdiye kadar aynı konu üzerinde çekilen 4’ncü film... Buna rağmen hiçbir etkisini yitirmeden kendisini izlettiriyor. Berlin’de çekimleri yapılan filmin başrollerinde ise Emma Thompson ve Brendan Gleeson gibi tanıdığımız oyuncular var.  

HİTLER’E ÖLÜM...

Önceleri Nazi rejimine destek veren ve politik olmayan bir Alman çiftinin hikayesinden gerçek kesitleriyle beyaz perdeye aktaran film oldukça etkili. Sıradan bir Alman işçi sınıfından olan Otto ve Anna Quangel, eski bir apartman binasında yaşayan bir çift. Artık evliliklerinin sıkıcı hale dönüştüğü bir dönemden geçiyorlar. Evden işe, işten eve gidip gelen bu Alman ailesinin 20 yaşlarındaki oğlu Hans’ın savaşın ön cephesinde ölmesiyle her şey değişir.

Otto ve Anna Quangel, aniden rejim karşıtına dönüşen bir pozisyonda yer alırlar. Nazilerin savaş politikalarına karşı çıkan yaşlı çift birdenbire rejimin korkulu rüyasına olurlar... Korku ve kaygılarıyla birlikte...

Ailenin direniş ve savaş aracı ise sıradan, basit ama bir o kadar ilginç ve oldukça da etkili. Otto ve Anna, kentin birçok merkezinde ”Hitler’e Ölüm”, “Savaş’a Hayır”, ”Basına Özgürlük”, “Düşünce Özgürlüğü” gibi mesajlar taşıyan kartpostallar dağıtarak, Hitler ve Nazi rejimini protesto ederler. Bir iki kartpostalla başlayan eylem, gittikçe yayılır. Artık her gün bir devlet kurumunun, rejim yöneticilerinin kapılarına bırakılır kartpostallar. Gestapo hemen harekete geçer. Kedi ile fare oyununa dönüşen bu kovalamaca, Otto ve Anna’ın rejime olan nefret ve isyanını daha da büyütür. Korku ve kaygılar gitmiş, yerini cesarete bırakmıştır. Rutinlik ve sıradanlık geride kalmış, hayat onlar için artık heyecandır.  

BİZİ YAKINDAN İLGİLENDİREN BİR HİKAYE 

Bir dönem filmi olmasına rağmen günümüz diktatör rejimlerinin karakterini vurgu yapan film, tarih ile günümüz bağını kurmamıza vesile oluyor. Türkiye’yi yöneten AKP rejimi ve Recep T. Erdoğan’ın baskısı, muhalif, aykırı seslere karşı olan korkusu ve tahammülsüzlüğü açısında da rahatlıkla karşılaştırmalar yapılabilir. Hele bu günlerde bizi de yakından ilgilendiren bir hikaye olduğu için herkesin izlemesi gereken bir film olduğunu söyleyebiliriz.

“Altın Ayı” ödülü için iddiası olan “Alone in Berlin”, dönem filmi olmasından kaynaklı olarak bazı eksiklikleri olsa da oldukça etkili ve düşündürücü. Filmin başrol oyuncularının performansı ise takdire değer. Otto rolündeki Brendan Gleeson, festivalin “En İyi Oyuncu” ödülü için oldukça şanslı görünüyor. Yönetmen Vincent Pérez ise filmin gösteriminden sonra yaptığı basın toplantısında,  filmin bir Avrupa meselesi olduğunu hatırlatarak, “Avrupa’da popülist sağ yükselişte. Onun için böylesi bir dönemde bu filmi yaptım” diye konuştu.