Leyla… Kürtlerin İsadora’sı

Karanlığın derinliğinde ipeklere bürünmüş, siyah saçlı bir genç kadın, antikçağ ana tanrıçalarının ve efsane kadınlarının gizemini dans ediyor: İsis, Nefertiti, Belkıs… Kürtlerin İsadora’sı Leyla Bedirxan..

Mezopotamya Dans Kürtlerin Isadora’sı olarak bilinen, 1930’lu yıllarda Avrupa’da dans sanatını icra eden ilk Kürt kadın Leyla Bedirxan’a ruh verdi. Tarihe büyük zorluklarla ismini yazdırmayı başarmış olan Leyla’nın hayatından yola çıkılarak; yaşamı, çektiği acılar, dans sanatında yapmak istedikleri için verdiği mücadele sahneye taşındı.

Kürtlerin tanınmış ailelerinden Bedirxan ailesinin bir üyesi olan Leyla Bedirxan, Osmanlı’ının, babası Abdülrezzak Bedirxan’ı sürgün etmesiyle babasız büyüdü. Türkiye, Mısır ve Avrupa kültürüyle büyüyen Leyla, bu kozmopolit durumu olduğu gibi sanatına yansıttı. 1930’lu yıllarda Avrupa’da dans sanatını icra eden ilk Kürt kadın oldu. Uzakdoğu, Ortadoğu ve Avrupa’dan ilham alan Leyla Bedîrxan, yaptığı bütün eserleri Kürtçe bir isim altında adlandırdı. Dünyanın en önemli operalarından biri olan "La Scala" daki Saba Melikesi’nde Belkıs’a ruh verdi.  Ailesi ve yakın çevresinin tepkisine rağmen dans etmekte ısrarlı olan Leyla'nın hayatı tam bir kadın mücadelesini ifade ediyor. Mezopotamya Dans, tarihe büyük zorluklarla ismini yazdırmayı başarmış olan Leyla’nın hayatından yola çıkarak, yaşamını, çektiği acıları, dans sanatında yapmak istedikleri için verdiği mücadeleyi sahneye taşıyor.

Koreografisini Serhat Kural’ın, müziklerini Nurhak Kılagöz’ün yaptığı “Leyla” projesinde dansçılar; Yeşim Coşkun, Serhat Kural, Ayahan Karaağaç ve İsmet Köroğlu yer alıyor. Dans gösterisi 3. Amed Tiyatro Festivali kapsamında 22 Kasım Pazar günü saat 19:00’da Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nda izleyiciyle buluşuyor.

YALNIZ OLMADIĞIMIZI GÖRDÜK

Leyla Bedirxan’ı ilk kez 10 yıl önce grup çalışmalarına başladıkları zaman Leyla Safiye’nin kaleme aldığı “Leyla” kitabı ile keşfettiklerini söyleyen Yeşim Coşkun, “Dans ederken ve bu alanda zorlanırken aslında yalnız olmadığımızı ve bizden 80-90 yıl önce bir Kürt kadının aynı zorluklar içerisinde bu sanat dalında ısrarcı olması ve mücadele etmesi bizi heyecanlandırmıştı. Bu keşiften sona uzun yıllar dans çalışmalarımıza ve üretimlerimize devam ettik. Aklımızın bir köşesinde ve her yeni yaratımımızın hemen her anında fikrimizde dolaşan Leyla’yı sahnelemek fikri ise yine bir repertuar süreci tartışmamızın içinde ortak fikir olarak olgunlaştı ve artık harekete geçme arzusu baskın geldi. Tarihe geçen bu kadını sahnelemek fikri fitili ateşlemiş oldu” diyor. .

ÇALIŞMALARINI KÜRT KİMLİĞİYLE SERGİLEDİ

Çok özel bir kadın olan Leyla Bedirxan’ın, dans ettiği yıllarda uluslararası bir çok alanda kendini ifade ettiğini, Avrupa, Amerika ve Ortadoğu olmak üzere bir çok ülkede kendi dansını icra ederken Kürt kimliği ile tüm çalışmalarını sergilemesinin gurur kaynağı olduğunu belirten Coşkun, “Newyork Times, Lemond ve birçok dünya gazetesinde yer bulmuş. Leyla Bedirxan. Isadora Duncan, Louei Fuller, Ruth St. Denis gibi Modern Dansın ilk öncü kadınları ile aynı tarihler çerçevesinde aynı sanat ortamlarında bulunan ve aynı sanat dalı ile de buluşan, eserlerini ve danslarını Avrupa ve büyük kitlelere duyuran tarihe geçen bir kadındır” diyor.

“Bu yüzden, Kürtlerin Isadora’sı tanımı başarıdan başarıya koşan ve bu başarıyı da büyük bir mücadele ile elde eden bu kadın ile benzer özellikler taşımasından kaynaklı anlamlıdır” diyen Coşkun, projenin yaratım sürecini şöyle anlatıyor: “Leyla Bedirxan’ı anlamak ve doğru analiz etmek için epeyce bir kaynak araştırması içine girdik. Hayatta olan aile bireyleri bu anlamda bize ilk aşama için epeyce yol gösterdi. Sinemxan Bedirxan, Ahmet Kardam ve özelde Leyla Safiye ile uzun sohbetler eşliğinde yaşamının detaylarına bir nebze de olsa girmeyi başardık. Ailesiyle, çocukluğundan bu yana yaşadığı sürgünlerle ve yalnızlığı ile Leyla’yı ifade etmek için kırılganlığını mücadelesini, yalnızlığını eserlerinde neleri işlediğini inceledik. Uzun ve fiziksel bir çalışmanın içine girdik, bir buçuk yıl gibi uzun bir süre repertuar çalışmamız sürdü. Her dansçı zaman içinde hareket çizgilerinde bir karakter yarattı”

TEK BAŞINA BİR HAYATI SEÇTİ

Projede yer alan Serhat Kural, Leyla’nın hayatındaki yaşanmışlıklara yöneldiklerini ve kendilerince çıkarttıkları sonuçları sahneye taşıdıklarını belirterek “Leyla zaman zaman feodal anlayışlara kimi zaman da ailesinin üst sınıf yaklaşımlarına maruz kalmış bir kadın. Bizim projede erkeklerin her biri hayatındaki kişilerden birisini sembolize ediyor. Biri babasını, biri yakın dostu veya kardeşi denebilir, bir diğeri ise duygusal bağ kurduğu sevgilisini sembolize ediyor. Ancak dikkat çeken şey şu: Leyla, hayatının devamında hepsinden kendini soyutlayarak tek başına bir hayat seçiyor. Bu çok zor bir karar. Bir kadın için daha da zor. Leyla buna çok inandı ve hayatının sonuna kadar buna inanarak yaşadı. Ölürken de tek başınaydı. Yanında kimse yoktu. Gerçek Leyla kendi projelerinde, o zamanda yaşadığı  gerçeklerle ilgilenmemiş ve sahneye taşımamıştır. Genellikle mitolojiden ve ritüellerden etkilenmiştir” diyor.  

ANLATILAN BİRÇOK LEYLA’NIN HİKAYESİ

 “Aslında biz sadece Leyla Bedirxan’ı anlatmadık. Çıkış noktamız Leyla’nın yaşadıklarıydı. Zira biz meslektaştık ve aslında bugün bizimde yaşadıklarımız onun o dönemde yaşadıklarıyla çok benzer” diye konuşan Kural, “Leyla bir kadın olarak mücadele ediyordu ve aslında bu hikaye yüzlerce Leyla’nın hikayesi denebilir. Yani; bu bir kadın projesidir.  Sadece biyografi diyemeyiz. Öyle olmuş olsaydı hayal ettiğimiz dansın formuna yakın bir arayışa girerdik. Hikayeye değil harekete yönelirdik. Ama biz bugüne de dikkat çekmek istedik. Leyla bir örnek oldu bizim için. Onun sahsında bir çok Leyla’nın hikayesini anlatmak istedik” şeklinde konuşuyor.

MÜZİKLE DANSIN BÜTÜNLÜĞÜ

Bu projede dans ve müziğin tam anlamıyla flört etiğini ifade eden Kural, şunları söylüyor: “Müzik en önemli ayaklarından biri. Hatta tek bir saniye müzikle dans kopukluk yaşamıyor. Leyla’nın her duygu sürecine eşlik ederek ortaya çıkarıyor.. Aslında bedenimizin işitsel ifadesi oluyor. Müzikler Nurhak Kılagöz’e ait. Uzun masa başı çalışmalarından tutalım enstrüman seçimlerine, bölüm bölüm anlatımlardan tutalım ritim duygusuna kadar uzun mesailer yapıldı. Ve sonuç olarak içimize sinen bir proje çıktı ortaya."