Karayılan’dan Şengal açıklaması: Görüşmelerimiz var, Kürtler sorunlarını diyalogla çözmeli

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, savaş süreci, gerilla eylemleri, özyönetim direnişleri, Rojava ve Suriye’deki son durum, Şengal ve Kürtler arası ilişkiler konusunda önemli açıklamalarda bulundu.

Stêrk TV’de Mem Şîrvan’ın hazırladığı ve sunduğu özel programın ikinci bölümünde 2016 yılında HPG gerillalarının yükselen fedai çıkışlarını, şehirlerde gelişen Demokratik Özerklik direnişlerini, Neçîrvan Barzani’nin açıklamaları ile Kürtler arası ulusal birliği ve Kürt siyasetinin geldiği noktayı değerlendiren PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan önemli açıklamalarda bulundu.

Yaşadığımız çağda birbiriyle düşman olan kesimlerin bile sorunlarını diyalogla çözmek istediğini belirten Karayılan, Kürtlerin de kendi içindeki sorunları çağdaş yöntemlerle çözmesi gerektiğine değindi. “Neçîrvan’ın Şengal hakkında yaptığı açıklamalara hiçbir anlam veremedim” diyen PKK Yürütme Komitesi Üyesi Karayılan, KDP ile aralarında yaptıkları tartışmaların sonuçlanmasıyla birlikte HPG olarak güçlerini çekeceklerini zaten söylediklerini belirterek “Ya son süreçteki tartışma, görüşme ve gelişmelerden haberdar değildir ya da tüm bunlardan haberi olmasına rağmen bu durumu bozmak istiyordur. Bu iki ihtimalden hangisi bu konuşmayı yapmasına neden olmuşsa, bu durumu izah etmesi gereken kişi kendisidir” dedi.

Stêrk TV’de yayınlanan özel programın ikinci bölümünden öne çıkan bazı başlıklar:

SAVAŞIN BU KADAR BÜYÜMESİNİN SEBEBİ ERDOĞAN VE AKP’DİR

“2016 yılı, HPG açısından fedailiğin çok ön plana çıktığı bir yıl olmuştur. Örneğin; Cizre’de Fırat yoldaşın, Elazığ’da Çekdar yoldaşın, Hakkari’de Xebat yoldaşın yaptıkları eylemler aynı zamanda Serhat, Kerboran, Şemzînan ve daha birçok yerde düşmanı temellerinden sarsan başarılı eylemler gerçekleştirilmiştir. Bu eylemlerin yanı sıra TAK’ın yaptığı eylemler de vardır. TAK’ın gerçekleştirdiği eylemlere dair diyeceğimiz fazla bir şey yoktur. Daha önce de bu durum üzerine ifadelerimiz vardır. Kürt halkı üzerinde baskı, inkar ve imha durumları olursa, ayrıca Güney Kürdistan’ı savaş uçaklarıyla bombardımana tabi tutmaları karşısında elbette Kürt halkının da buna vereceği bir cevabı olacaktır. Bu yöntemlerden birisi de fedai eylemlerdir.

Tabi fedai tarzdan bahsederken illa bir kişinin gidip kendi üzerinde bombayı patlatmasından bahsetmiyoruz. Geride bıraktığımız yıl içerisinde Amed’de sabotaj tarzı eylemlerde birçok devlet kurumu yerle bir edilmiştir. Ayrıca Mardin’de de durum bu şekildedir. O hedeflenen karakollar şu an kullanılamaz haldedir, çünkü neredeyse tamamıyla yok olmuş durumdalar. Zaten bu senenin dikkat çeken bir yanı da budur. Bakınız, daha önceleri bu karakollara yerleştirdikleri taburlar şu an yerlerinde değillerdir. Neden? Çünkü birçoğu havaya uçmuştur. Bazen bize ‘durun’ diye çağrı yapıyorlar. Siz bir halkı, savaş uçaklarıyla bombardımana tabi tutarsanız, hatta şehirlerde mal-mülklerine el koyup yıkarsanız bu halkın savunucuları da devreye gireceklerdir. Bu halkın savunma gücü vardır. Eğer halkı savunanların elinde uçaklar olsaydı, mutlaka onlar da uçakla savaşırlardı. Uçaklarımız yoktur, ancak bizim elimizde de başka imkânlar bulunmaktadır. Ve bu imkânlar uçaklara cevap olacak niteliktedirler. Bu da sabotaj benzeri eylem biçimleridir. Eğer saldırılarına bu şekilde devam ederlerse, elbette Kürtlerin de bu saldırılar karşısında mücadeleleri olacaktır.

Savaşın bu kadar büyümesinin temel sebebi Erdoğan ve AKP’nin izlediği siyasettir. Onlar bizi öldürerek bitirmek, Kürt halkını ölümle hizaya getirmek istediler. Tutuklama, yakma, teslim alma ve ölümle Kürt halkını sindirmek istediler. Kaç tane şehrimizi yerle bir ettiler! Neden bunları yaptılar? Tüm bunları gözü dönmüşlükten yaptılar. “Eğer başkaldırırsan sonucu böyle olur” demek istediler. 21’inci yüzyılda Erdoğan ve AKP, Kürt halkını ölüm, yakma, yıkma ve ıslah etmeyle hizaya getirmeye çalışıyor. Bu çok geri bir yaklaşımdır. Gerçekten de akıllıca değildir. Kanla siyasetini oluşturmak istiyor. Erdoğan ve AKP, Kürt ve Türk gençlerinin kanıyla geleceklerini teminat altına almak istiyorlar ve bu şekilde sözüm ona Türkiye’nin çıkarlarını korumaya çalışıyorlar.”

ERDOĞAN KÜRTLERİ ÖLDÜREREK DİZE GETİREMEZ

“Kürt halkı Rojava’da doğal haklarına kavuşmak istiyor. Suriye yeniden dizayn aşamasına girmiştir ve orada yaşayan halkımız Suriye içinde bir statü sahibi olmak istiyorlar. Ancak ne diyorlar; “biz bunu kabul etmeyiz” diyorlar. Neden? Çünkü Kürt’tür. Daha önce orada Daiş hakim olmuştu. Neden Daiş’e engel olmadınız? Olmadılar. Oradakiler Kürt diye, statü sahibi kazanmalarına mani olmak istiyorlar. Bu derecede Kürt karşıtı olmak, akıl işi değildir. Bunun insanlıkla hiçbir bağı yoktur.

Erdoğan’ın Kürtler için iyi şeyler düşündüğü yönündeki tüm söylentiler birer yalandan ibarettir. Kürtlere karşı bir siyaset yürüttü; Kürtlere dayanarak kendini iktidar yaptı ama hemen akabinde Kürt karşıtı bir tutumun içine girmiştir. Bunun adı nankörlüktür. Daha öncesinde Atatürk de bunu yapmıştır. Zaten Erdoğan kendisine, “ben ikinci Atatürk’üm” diyor. Hatta; “Atatürk’ün yapamadıklarını da ben yapacağım” diyor. “Atatürk Misak-ı Milli’ye bağlı kalmadı; Musul’u, Kerkük’ü, Rojava’yı bıraktı; buraları ben yeniden alacağım” demektedir. Başka bir deyişle, kendisini bir Osmanlı padişahı olarak görüp buraları yeniden alma istemindedir. Özetle Kürtlere ve Kürtlerin yaşadığı coğrafyalara bir karşıtlık durumu söz konusudur. Kürtleri ölümle hizaya getirmek istiyor. Ama şu da bir gerçek ki, Kürtleri ölümle dize getiremezler. Daha önceleri ataları bunu yapmaya çalıştı ama başaramadılar. Şimdi kendisi de bunu başaramayacaktır. Bu siyasetleri kaybedecektir.

Bugün bölgede Kürtlerin yıldızı parlamaktadır. Bundan dolayı onların bu siyaseti kaybetmeye mahkumdur. Bir söz vardır; “güneş balçıkla sıvanmaz” derler. Kürdistan’da doğan güneşin önünü hiçbir güç engelleyemez. Güneşimizi karartamazlar. Çünkü Kürtler artık uyanmışlardır. Ve özgür bir şekilde yaşamak istiyorlar. Neymiş, Kürtleri kötek zoruyla Türkleştirecekler. Amaçları budur. “Tek milletiz ve bu milletin adı Türk’tür” diyorlar. Kısacası, içinde yaşadığımız 21’inci yüzyılda halkımızı zorla Türkleştirmek niyetindeler. Hangi Kürt bunu kabul edebilir ki? Belki insanlıktan hiç nasibini almamış birisi onlara köle olabilir. Her yerde böylesi köleler vardır, yalnız Kürt toplumu buna teslim olmayacaktır. Kürtler, onların her türlü saldırısına karşı direnip bu saldırıları kıracaklardır.”

FETÖ-DAİŞ BAHANE; HEDEF PKK

“Şu an ne diyorlar? “Biz üç terör örgütüne karşı savaş halindeyiz” diyorlar. Hangileridir? Biri Daiş, diğeri PKK ve diğeri de FETÖ’dür diyorlar. Fethullahçılar darbeyle sonuca gitmek istediler. Bir gece savaştılar ve gecenin sonunda kaybettiler. Devletin birçok kurumunda yer alıyorlardı. Bazıları dışarı çıktılar, kalanlar da tutuklandılar. Yoksa Gülen Cemaati’nin Türk devletine karşı ciddi bir şekilde yürüttüğü bir savaş durumu söz konusu değildir.

Yine Daiş’e karşı sözde verdikleri savaş da büyük bir yalandan ibarettir. Mesela Daiş, Türklere karşı şuana kadar bir eylem içerisinde bulunmamıştır. Türkiye’de yaptıkları eylemlerin hepsi bize karşı geliştirilen eylemlerdir. Erdoğan her fırsatta, “Antep’te 46 vatandaşımızı katlettiler” demektedir. Ölen 46 kişinin hepsi de yoldaşlarımızın kardeşleri, anaları ve çocuklarıdır. Pervari’den oraya göç etmek zorunda kalan, bizim tabanımız olan insanlardır. Onların PKK tabanı olduğunu bildikleri için o patlamayı o düğünde gerçekleştirdiler. Ankara’da, Suruç’ta ve Amed’de de böyle yaptılar. Yani Daiş, “Türkiye’de eylemler yapıyorum” adı altında Kuzey Kürdistan halkımıza karşı eylemler gerçekleştirmiştir. Bu eylemlerin AKP’ye karşı olmadığı apaçık ortadadır.

AKP şu an Cerablus ve Dabık bölgelerine gidip oraları işgal etmiş durumdadır. Bu yerleri anlaşmalar sonucunda ele geçirdiler. Buralarda savaş söz konusu bile olmamıştır. Ancak anlaşmalarının Bab bölgesine kadar olduğu görülüyor. Çünkü AKP şu an Bab’a girmek istiyor, ama Daiş buna izin vermemektedir. Tabi durum sadece Bab bölgesi için geçerlidir. Yaptıkları bu antlaşma Exterîn’e kadar olabilir. Çünkü Daiş, Exterîn’den sonra Türklere karşı koymaya başladı.

AKP ve Daiş’in savaşı danışıklı dövüştür. Bunu yaparak dünyayı kandırmaya çalışıyorlar. Gören de El Nusra’nın AKP’den destek almadığını yahut Daiş’in AKP yardımlarıyla büyümediğini sanacak. Tüm bu selefi yapılanmalar AKP’yi kendilerine dayanak olarak görüyorlar. Şimdi de AKP kalkıp; “biz Daiş’e karşıyız” gibi bir açıklama yapmaktadır. Şimdiye kadar neden böylesi açıklamalar yapılmadı? Kobanê, bu çetelerin saldırıları altındayken neden bu açıklamalar yapılmamıştı? Daiş devlet ilan ettiğinde neden karşı çıkmadınız?

Şimdi Daiş nerede zayıf düşerse AKP; “biz Daiş’e karşıyız” diyerek o bölgelere gitmektedir. Örneğin Cerablus’ta Daiş kuşatıldı; AKP Cerablus’a giderek Daiş’ten devraldı. Şimdi de Suriye Demokratik Güçleri’nin Minbic ve Efrîn tarafından gelip, Bab’ı tutmaları durumu söz konusu. Yalnız AKP, “hayır burayı ben alacağım” demektedir. Daiş de buna karşı, “Bab’ı size vermem” demektedir. Durum bundan ibarettir. AKP, Daiş ve El Nusra’ya yaptığı yardımların üstünü örtmek amacıyla bu senaryolara başvurmaktadır. Gerçekte ise, AKP hükümeti orada yaşayan halka ve onun askeri birliklerine karşıdır.”

KÜRT SİYASETİ TÜM BASKILARA RAĞMEN BOYUN EĞMEMİŞ, TESLİM OLMAMIŞTIR

“Şu an, Kürt siyasetine karşı bir konsept devrededir. Amaçları Kürt siyasetini ortadan kaldırmaktır. Sadece bununla sınırlı değiller elbette. Örneğin Kürt dili üzerine çalışan kurumlar, kültürel kurumlar, hayır kurumları, yani Kürtler adına olan tüm kurum ve kuruluşları yasakladılar. Bu yasakların temelinde Kürtler olduğu için, Kürtler bu sonuçlarla karşılaştılar. Kısacası onlar, Kürtler adına olan her şeyi ortadan kaldırmak istiyorlar. Aslında Kürtlerin de olmasını istemiyorlar; Kürtleri Türk yapmak istiyorlar.

Yalnız HDP, içinde sadece Kürtlerin bulunduğu bir parti değildir. Doğrudur, HDP, HEP geleneğinden gelen siyasi bir partidir. Ancak HDP’nin içerisinde Türkiye sol hareketinden, dindar yahut mütedeyyin halktan kesimler, Alevi kesimlerinden temsilciler, Süryani ve Ermeni halklarından temsilciler bulunmaktadırlar. Kısacası HDP bir halk ve inançlar mozaiğidir ve kendisine bir misyon belirlemiştir. HDP’nin misyonu neydi? Türkiye’yi demokratikleştirmek ve Kürt sorununu demokratik yol ve yöntemlerle çözmekti. Zaten HDP’nin kuruluş amacı buydu. Bunun için de birçok çevreden katılıma sahiptir HDP. HDP karşıtlarına göre, HDP’nin tek suçu, bu projeyi Önder Apo’nun sunmuş olmasıdır. Dolayısıyla “HDP’nin çatısı altında yer alan herkes Kürt siyasetini destekliyor” denilerek HDP içindeki her kesimi ve dostlarını da hedefliyorlar. Onlara göre HDP, PKK ile eşdeğerdir. Kısacası HDP’nin içinde birçok renklilik durumu söz konusudur; ancak HDP’ye karşıt olanlar bu çok renkliliği tek kalıba sokmaktadırlar.

Sadece HDP’yi değil, aynı şekilde DBP’yi de hedeflerine almışlardır. Kürdistan’daki belediye eşbaşkanlarının hepsini hedef almış durumdalar. Amaçları Kürtleri siyaset dışı bırakmak, Kürtlerin dostlarını da tasfiye etmektir. Ayrıca demokratik ve sol muhalefeti de sindirme amacındalar. Yapılan saldırıların temelinde bu nedenler yatmaktadır. Hem Kürt siyasetini kırımdan geçirmek hem de Türkiye sol hareketini ve sistem dışı bırakılıp da HDP’yle yeniden siyasette fırsat bulan tüm çevreleri tasfiye etmek istiyorlar.

Dikkat edin; 7 Haziran seçimlerinden sonra AKP’den kimse HDP’yle oturmamıştır. Çünkü HDP’nin meşru olmasını istemiyorlar. En nihayetinde yasa çıkarıp onları tutuklamışlardır. Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin eş genel başkanını tutuklamışlar. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kürt milletvekilleri dışında hiçbir partinin milletvekilleri bu kadar baskıya maruz kalmamışlardır. Kürt parlamenterleri dışında hiç kimse böyle bir uygulamaya tabi tutulmamıştır. Türk cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman polislerin yakasından tutup zindana attığı milletvekili görülmemiştir. Birincisi ‘94 yılında DEP’li Kürt milletvekillerine yapıldı, bir de şimdi HDP milletvekillerine yapılıyor.

ŞEHİR DİRENİŞLERİNDE KÜRT GENÇLERİ KAHRAMANLIK DESTANLARI YAZMIŞTIR

“AKP devletinin amacı diz çöktürmektir. Bunun için demokratik öz yönetim direnişlerinin ilanı yerinde ve anlamlı bir karardır. Öz yönetim direnişleri, mahallelerin tutulması ve toplumsal bir direniş şeklinde gelişmesi gerçekten çok anlamlı bir çıkıştır. Esasen başta silahı öne çıkarmadan, toplumsal bir direniş şeklinde gelişmesi tasavvur ediliyordu. Ama bazı yetersizlikler yaşandı. Türk devletinin barbarca yaklaşarak şiddet ve savaşı öne çıkarması, süreci böyle bir yöne evriltti. Başta Kürt gençlerinin ve mahalle halklarının öncülüğünde Molotof, vb. çapta küçük silahlarla kendini savunma amaçlı başladı. Sonrasında 14 Aralık’ta ordunun devreye girmesi öz yönetim direnişlerinin seyrini değiştirdi. Bu aşamadan sonra ya geri çekilme olacaktı ve bu daha kötü olmasına neden olacaktı ki AKP zaten teslim almak, ezmek istiyordu; ya da direnişin daha da güçlendirilmesi gerekiyordu. Düşman burada bir hesap yaptı ve karın düşmesiyle birlikte harekete geçti. Bu şekilde gerillanın destek vermesini engellemek istedi. Tabii ki gerillanın destekleri oldu ama bunlar istenilen düzeyde olmadı. Orada kimi yetmezlikler de yaşandı.

Bazıları sanki ‘her şey güllük gülistanlıktı da şehirlerde başlayan savaş bunu tersine çevirdi’ diye yansıtıyorlar. “Bu strateji doğru muydu, değil miydi” diye tartışanlar var. Bu tartışmalar doğru değildir. Başta da belirttiğimiz gibi düşmanın bu kentleri yerle bir etme ve diz çöktürme gibi bir savaş konsepti zaten vardı. Planları kamuoyuna da sızdı. Bu kentlerin hepsini insansızlaştırıp yıkmak üzerine planları vardı. Hatta bu kamuoyuna yansıyan “Çöktürme Planı’nda” 10-15 bin insanın öldürülmesinden söz ediliyor. Yani düşman saldırdı halk da buna karşı kendini savundu. Gençlerin direnişi bu şekilde gelişti. Halk Savunma Güçleri de 14 Aralık’tan sonra destek vermeye başladı. Bu destek direnişin daha örgütlü yürütülmesi içindi. Bu süreç böyle gelişti. Fakat gerekli ve anlamlıydı. Eğer böyle olmasaydı devlet daha fazla yıkım geliştirecekti. Bir direniş gelişti, bu direnişte bir tutum ortaya çıktı. Cizre, Sur ve Hezex’te başlayan; Gever, Şırnak ve Nusaybin’de yükselen bu direniş tutumu çok anlamlıydı. Tabi sadece bu şehirler değil, Silopi, Farqîn, Kerboran, Derik, Varto, Bismil, Van, Siirt ve daha birçok şehir daha direndi. Tabi bu direnişin yetersizlikleri var mıydı; bu daha sonra değerlendirilecek bir konudur. Ama burada onurlu bir Kürt tutumu vardır. Yine bu duruşa karşı düşmanın barbarlığı vardır. Bu barbarlığa karşı da büyük bir kararlılıkla ortaya konulan tavır vardır. Daha önce de belirttiğim gibi Sur’da Çiyager arkadaşın öncülüğünde yükselen duruş, Cizre’de Mehmet Tunç ve Ruken Hoserî arkadaşların öncülüğünde gelişen tutum, hakeza Silopi’de Pakize Nayır, Sevê, Fatma ve diğer arkadaşların geliştirdiği duruş, anlamlıydı ve önemli olan bu ruhun temsil edilmesiydi.

Nusaybin komutanı Xebatkar, Hezex’in komutanı Çeko, Gever’in komutanı İslam arkadaşların geliştirdiği duruş kahramancadır. Bir Kürt kadını olarak Şırnak’ın komutanı Zeryan yoldaş, gösterdiği tutum ve geliştirdiği taktik ile düşmanın Şırnak’ta bir sendrom yaşamasına neden oldu ve bu sendromu asla unutmamasını sağladı. Bakın şimdi Bab’a giremiyorlar. Nusaybin’e 6 ayda girememişlerdi. Yine Şırnak böyleydi, diğer yerler de böyleydi. Unutmayalım ki düşman burada barbarlık yaptı, halkın ekmeğini, suyunu, elektriğini ve tüm yaşam kaynaklarını kesti. Bu biçimde halkı göç etmeye mecbur kıldı. Ama yine de direniş sürdü. Burada gerçekten bir kahramanlık destanı yazıldı.

Bundan önce Kürdistan tarihinde böyle bir şey yoktu. Böyle bir şeyi kimse görmemişti. Daha önce de çeşitli serhildanlarda kentler tutulmuştu ama ancak bir gün dayanabilmişlerdi. Bunun gibi aylarca süren bir direniş olmamıştı. Direniş ağustos ayında başladı; Mayıs ayının sonuna kadar bazıları 6 ay, bazıları 8 ay, bazıları 10 ay sürdü ve onurlu Kürt gençleri mahalleri savundular. Bu çok anlamlı bir direnişti. Soykırım siyasetine karşı onurlu bir Kürt duruşuydu. Çiyagerlerin, Çekoların, Zeryanların, Xebatkarların sergilediği bu ruh bizim için zaferi müjdeleyen bir ruhtur. Xebatkar yoldaşın Nusaybin’de geliştirdiği taktik düşmanı felç etti. Türk ordusu ne yaptı ama şehre giremedi; sonra uzaktan kenti yıkmayı hedefledi. Bu komutan yaralandıktan sonra, yanında olan 4 arkadaş kendisini bırakmak istemiyorlar. O da “beni bırakın, oyalanmayın, gidin” diyor. Fakat yoldaşları onu terk etmeyeceklerini belirtiyorlar. Xebatkar arkadaş kendisiyle beraber onların da imha olma riskini görünce onlardan biraz uzaklaşarak bombasını kendinde patlatıp şahadete ulaşıyor. Ama bu şekilde yanındaki 4 savaşçısının kurtulmasını sağlıyor. Bu arkadaşlar böyle komutanlardır. O şehirlerde Kürt halkının yıllarca başı dik bir şekilde zafere yürüyebileceği büyük bir ruh yaratıldı. Bu böyle bir direniştir.”

ŞEHİRLERDE YENİLEN AKP, İNTİKAMINI BİNALARDAN ALMAK İSTİYOR

“Nusaybin ve Şırnak’taki direnişçiler sağlam bir şekilde çekildiler. Türk devleti direnişçilerin çekildiklerini bilmesine rağmen binaları ve kentleri tümünü hedef alarak yıktı. Yani savaşçılar çıktıktan sonra o mahalle ve kentleri yıktılar. Türk devleti böyle bir anlayışa sahip; adeta bina ve kentlerden de intikam almak istedi. Direnişin izlerinin kalmaması için kentleri yerle bir etti. Amaçları bu tarihi direnişten geriye hiçbir izin kalmamasını sağlamaktı. Bu direniş akıllarına geldikçe korkudan titriyorlar.

Böyle tarihi bir direnişti ve bu direniş devam ediyor. Fakat yöntemin değişmesi gerekiyor. Böyle barbar bir düşmanın karşısında nasıl savaşılacağına dair büyük dersler çıkarıldı. Bu direnişten de anlaşıldığı kadarıyla -ki bunun tartışmaları devam ediyor- eğer gerekli dersler çıkarılsa böyle barbar bir düşmanın karşısında başarı elde edilebilir. Aslında bu, zaferin yolunu da açığa çıkarmış oldu. Burada sergilenen taktik ve ruh bunu açıkça gösterdi.

Tabi direniş sürecinde ve öncesinde inşanın geliştirilmemesi, vb. eksiklikler, yine halkın içinde tereddüt yayan orta sınıfların etkileri de oldu. Yine öncü kadrolar rollerini oynamadılar. Yurtsever halkımızın böylesi bir sürece tam olarak hazırlanmadığı görüldü. Yasal-demokratik siyaset de bunun uzağında durdu; kendisini katmadı. Bu da toplumda tereddüt oluşmasına neden oldu. Kısacası hazırlıklar yeteri kadar yapılmamıştı. Eğer hazırlıklar olsaydı düşman silahı ne kadar öne çıkarsaydı da toplumsal olarak daha etkin cevap verilebilecekti. Ancak tüm eksikliklere rağmen halkımız hareketi yarı yolda bırakmadı; büyük fedakarlıklar gösterdi.

Düşman şimdi “başarılı oldum; yendim” diyor. Şırnak’taki mahallelere bakılırsa düşmanın ne kadar başarılı olup olmadığı anlaşılır. Oralara bakılınca sadece düşmanın barbarlığı görülüyor. Burada bir sömürgeciliğin olduğu ve barbarlık yaptığı anlaşılıyor. Burada düşmanın bir başarısı yoktur; başarısızlığı vardır. Zaten buradaki başarısızlığı aklına gelmesin diye bu mahalleleri ortadan kaldırmak istiyor.”

HALKIMIZIN SIKINTILARINI DERİNDEN HİSSEDİYORUZ

“Tabi halkımız birçok zorluk yaşadı. Evsiz barksız kaldı. Özellikle direnişin en son sürdüğü Şırnak ve Nusaybin’de düşman adeta intikam alırcasına mahalleleri yıktı ve uzun süre halkın şehre girmesine izin vermedi. Bundan dolayı halkımız perişan oldu. Halkımızın içinde bulunduğu durumdan haberimiz vardır. Bu vesileyle direnişin geliştiği tüm kentlerdeki halkımızı selamlıyorum. Sıkıntılar çektiğinizi biliyoruz. İnanın sizin yaşadığınız sıkıntıları en derinden hissederek yaşıyoruz. Bu sıkıntıları hafifletip ortadan kaldırmak için daha fazla çalışmamız gerekiyor. Bu konularda kimi gecikmeler oldu. Bunun farkındayız. Bu hususlarda bazı eksiklikler yaşandı. Şırnak için daha çok yardım-destek verilebilirdi. Zamanında gerekli müdahaleler yapılmış olsaydı, eminim ki sonuç değişirdi. Ama inanıyorum ki bu durum üzerinde çabalar vardır. Halkımızın içinde bulunduğu ittifakın, bütün bu zulüm ve zorbalıkları aşacağına inanıyorum. Şırnak, Nusaybin, Sur, Cizre, Gever, Farqîn, Hezex, Dêrik, Kerboran, Silopi ve Varto direnişleri halkımızın onurudur. Bu direnişler halkımızın en büyük kazanımlarıdırlar. Bu direnişlerde destansı bir şekilde yer alıp şehadete ulaşan tüm insanlarımızı saygıyla anıyor ve onlara verdiğimiz sözü yineliyorum.”

KÜRTLER SORUNLARINI DİYALOGLA ÇÖZMELİ

“İçinde bulunduğumuz dönem halkımızın kaderinin belirleneceği önemli bir dönemdir. Böylesi bir dönemde Kürt halkının birliği her zamankinden daha değerlidir. Bu konuyu stratejik bir biçimde ele alıyoruz. Bundan dolayı var olan tüm sorunları diyalogla çözmek istiyoruz. İçinde bulunduğumuz dönemde birbiriyle düşman olanlar bile sorunlarını tartışıp diyalogla çözmeye çalışmaktadırlar. Biz de Kürt halkının içteki ve dıştaki tüm sorunlarını diyaloglar ile aşmasından yanayız. Bu sorunlar aşılmasa bile, mutlaka bir platform, ortak çatı kurmak zorundayız. Bu anlamda halkımızın geleceği açısından ulusal birlik çok önemlidir. Verilen bunca şehidin kanının boşa akmaması için Kürt halkı olarak ulusal bir birliktelik içerisinde olmak, her zaman halkımızın çıkarına olan bir şeydir.

Ancak Neçîrvan’ın Şengal hakkında yaptığı açıklamalara hiçbir anlam veremedim. Neden böylesi bir üslupla bir açıklama yapmak zorunda kalmış, hala anlamış değiliz. Zaten aramızda bir görüşme durumu söz konusudur. Biz aramızdaki bu tartışmaların sonuçlanmasıyla birlikte HPG olarak güçlerimizi çekeceğimizi zaten kendilerine açıkça söylemişiz. Bunu ilk defa burada açıklıyorum. Buna rağmen, sayın Neçîrvan’ın neden böyle bir üslupla konuştuğunu bilemiyorum. Ya son süreçteki tartışma, görüşme ve gelişmelerden haberdar değildir ya da tüm bunlardan haberi olmasına rağmen bu durumu bozmak istiyordur. Bu iki ihtimalden hangisi bu konuşmayı yapmasına neden olmuşsa, bu durumu izah etmesi gereken kişi kendisidir. Zaten böylesi bir açıklamaya hiç ihtiyaç yoktu. Bir de hiçbir Kürt siyasetçinin ağzına almayacağı kelimeleri kullanması bir talihsizliktir. “Şiddet kullanırız” ne demek? Birakûjî, yani kardeş kavgası demektir. Yani şimdi kardeş kavgasını mı geliştirmek istiyor! İçinde bulunduğumuz yüzyılda sorunları bu şeklide çözmeyi mi düşünüyor? Bu mesajı kime dönük veriyor? Bilinmeli ki tehditle kimse sonuca ulaşamaz. Tarihte bunun birçok örneği de vardır; PKK tehditlerle geri adım atacak bir hareket değildir. Belirttiğim gibi insan bu duruma anlam veremiyor.”

Yine de bunlara dayanarak bir krize yol açacak durumda değiliz. Kaç gündür takip ediyorum ve bu durum hakkında oldukça fazla yorum yapıldığını görüyorum. Yine de insanın tüm sorun ve sıkıntıları diyalog yoluyla çözmede ısrarlı olması gerektiği kanısındayım. Bu çok önemlidir. Böylesi yanlışlara düşülmemesi gerekir. Kürdistan Federe Bölgesi’nin Sayın Başkanı’nın bu konuda ağırlığını koyacağına inanıyorum. İnisiyatif ve bütünlük içinde sorunlarımızı çözebileceğimiz kanısındayım. Böyle bir konuşma oldu diye, bu, sürecin kaybedileceği anlamına gelmiyor. Uyumlu bir biçimde ve diyalogla tüm sorunlarımızın çözümü birinci gündemimiz olmalıdır. Kürt siyaseti tecrübe sahibidir. Bizim de, KDP önderliğinin de bu konuda tecrübeleri vardır. Bütün dünya şu an, “acaba Kürtler çağdaş yöntemler ve diyalogla mı sorunlarını çözecek; yoksa eski pratikler tekrar mı yaşanacak” diyerek bu sorunu izliyor. Tabii ki geçmişten de aldığımız tecrübelerden yola çıkarak daha yapıcı yol ve yöntemleri kendimize esas almalıyız.”

AKP’DEN KORKMUYORUZ

“AKP devleti şu an sürekli bir şekilde, “Şengal ikinci Kandil olacak” diyerek gündemleri farklı noktalara çekmeye çalışıyor. Bu konuda her şeyden önce şunu belirtmeliyim ki, Şengal’in coğrafik koşulları zaten ikinci bir Kandil olmaya elverişli değildir. Uzak ve her tarafı ovalık bir yerden bahsediyoruz. Yeri gelmişken belirteyim; Türk devletinin bizim için yeni olmayan bir şekilde kullandığı tehditvari üsluptan hiç de korkmuyoruz. Farklı amaçlarına ulaşmak için Türk devletinin bu tür senaryolar uydurduğunu biliyoruz. Burada bilinmesi gereken, AKP’nin, kim olursa olsun Kürtler hakkında iyi niyetli düşünen bir yapı olmadığıdır. Biz bunu biliyoruz ve bunun önünü almak istiyoruz. Tabii ki diyalog ve siyasi bir dilin kullanılması bizim açımızdan esastır. Belki bazıları yapılan bu tür tahrik edici açıklamalara keskin tepkiler vermemizi umut edebilirler. Çünkü konuşmanın üslubu tepkiyi gerektiriyor. Ancak yanlış yanlışla çözülmez. Bu nedenle tepki değil; soğukkanlılıkla diyalog kurmak ve bu temelde çözümü esas almak gerekiyor. Umarım Kürt siyaseti olarak kendi aramızdaki sorunları bu temelde ve birlikte çözebiliriz.”

2017 HALKIMIZIN BAŞARI VE ÖZGÜRLÜK YILI OLACAKTIR

“2016 yılının büyük bir mücadele ve direniş yılı olduğunu dile getirdik. Bu yıldan çıkardığımız tecrübeden yola çıkarsak, 2017 yılının da büyük bir mücadele yılı olacağı şimdiden görünmektedir. Bugün Erdoğan öncülüğündeki AKP-MHP ittifakı kılıcını çekmiş ve Kürtlerin önüne set çekmek istiyor. Buna karşı doğru yöntemlerle direnmeliyiz. Özellikle halkımız bu dönemi iyi irdelemeli ve kendini buna göre örgütleyebilmelidir. Bugüne kadar belki dönemsel olarak yumuşayan ve insanı yanıltabilecek süreçler vardı ama şu an her şey nettir.

Herkes kendini örgütlü bir hale getirmelidir. Kürt gençleri kendilerini örgütlemelidirler. Üniversitelerde, sokaklarda, mahallelerde kısacası nerde olursa olsun kendilerini örgütlemeleri gerekmektedir. Birbirlerine ulaşıp guruplarını oluşturmaları gerekir. Bunun yanında kendilerini de savunabilmelidirler. Kürt kadınları mücadele, demokrasi ve özgürlük gücüdürler. Bu güçlerini toplumu da pozitif anlamda etkileyecek şekilde kullanabilmeliler. Bunun için de örgütlenmeliler.

Düşman, halkımız örgütlenemesin diye baskılar uyguluyor, kurumlarını kapatıyor, yöneticilerini tutukluyor. Ama kalanlar her bir evi bir kuruma dönüştürebilir ve çalışmalarına devam edebilirler. Yani çalışmak şarttır. Eğer bir mahallede kendini iyi örgütler ve dayanışmayı geliştirirsen, o mahalle kolay kolay düşmez. Çünkü o mahallede yaşayan insanlarımız bir irade, tavır ve tutum sahibi olacaktır. Her yerde bunu geliştirmeliyiz. Halkımızın örgütlü bir tavır sahibi olması gerekir. Bugün Önderliğimiz bir duruş ve tavır sahibidir ve mücadele vermektedir. Kürt halkı topyekun bir şekilde mücadele içerisindedir. Cezaevlerindeki yoldaşlarımız mücadele içindeler. Aynı şekilde gerilla direniş halindedir.

Şunu iyi bilmeliyiz ki; düşmanımız irademizi yerle bir etmek istiyor. Eğer bu durumu kabul etmiyorsak, bizim de ona göre örgütlenmemiz gerekir. Kendimizi örgütlemeliyiz ve tavır sahibi olmalıyız. Sokaklarda insanlarımızı para ve pulla düşürmeye, ajanlaştırmaya çalışıyorlar. Bilinmeli ki Kürdistan’da sömürgeciliğin günleri sayılıdır. Kimse bu düşmana inanmamalı ve kölesi durumuna gelmemelidir. Düşman saldırıya geçmiş ve biz de direniyoruz. Kimse mücadele saflarını zayıflatmamalı.

Düşman bekçilik ve koruculuk sistemini geliştirerek Kürdü Kürde kırdırtmaya çalışıyor. İster korucu olsun, ister bekçi; kimsenin bu oyuna gelmemesi gerekir. Yarın o mahallenin gençleri bir kalkış gerçekleştirirlerse bekçilerle karşı karşıya gelecekler. Tek tek tüm sokaklara bekçi yerleştiriyorlar ki bu bekçiler gençlere hedef olsunlar. Böyle olmaz. Kimse kendini bu duruma düşürmemelidir. Yani herkes kendine sahip çıkmalıdır. Öyle insanlarımız var ki, ekonomik açıdan çok yoksuldur; hatta bazı insanlarımızın içinde bulunduğu duruma insanın yüreği dayanmıyor. Ancak içinde bulundukları tüm zorluklara rağmen onurlarını ve şereflerini koruyorlar. Bu çok önemlidir. Halkımızın onurunu koruması kadar bize gurur veren bir şey yoktur.

Tabi gerillaların ve de ister yurt içinde isterse de yurtdışında olsun tüm çalışanların şunu bilmesi gerekir: İçinde bulunduğumuz dönemde sıradan yöntemlerle mücadele yürütülemez. Şu an düşman tüm savaşı, istihbarat ve teknik ile yürütmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla bugünkü mücadeleyi de bilinçle ve profesyonel yöntemlerle yürütmelisin. Yani profesyonel olmazsan savaşamazsın. Eğer profesyonel değilsen bir mahalleye girip örgütleyemezsin. Gizlilikte, örgütlenmede ve disiplinde uzman olmak gerekir. Kim ki partiye doğru temelde yaklaşır, Önderlik çizgisini esas alırsa ve kendini derinleştirirse; kim ki Xebatkar, Azad, Devrim ve Çiyagerlerin ruhunu doğru bir şekilde kavrarsa, bu savaşta ancak onlar bu işin hakkından gelebilirler. Böylesi zirvesel dönemlerde güçlü bir tutuma, kararlılığa ve cesarete ihtiyaç vardır ama her şeyden önce bilinçli ve ustaca hareket etmek gereklidir. Gerilla ve örgütsel alandaki kadrolarımız böyle hareket ederse ve halkımız da örgütlü bir duruş içerisinde olursa, mutlaka zafere ulaşacağız.

Bugün halk ve hareket olarak tek başımıza değiliz. Bugün Türkiye sol hareketiyle, demokratik kesimlerle, Alevi halkımızla ve ötekileştirilen tüm kesimlerle ortaklık yapabilir, birlik geliştirebiliriz. Hem Kürt toplumu ve siyaseti olarak bir birliktelik olmalı, hem de Türkiye halklarıyla kurulacak bir birliğe önem vermeliyiz. Örneğin şuan Rojava’da yüzlerce Arap kökenli insan YPG ve YPJ saflarına katılıyorlar. Ne güzel ve takdir edilesi bir durumdur. Demek ki orada bir başarı vardır. Şuan Suriye Demokratik Güçleri’nin genelini Arap kökenli savaşçılar oluşturuyor. Demek ki klasik perspektifin dışında, demokratik ulus perspektifini baz alırsan başarırsın. Bu dönem böyle bir dönemdir.

Yani Kürtler önce her parçada kendi içlerinde birliklerini kurmalı ve ulusal birliği geliştirmeli; aynı zamanda demokratik, barışsever ve Kürt halkının haklarını tanıyan tüm kesimlerle de ittifak kurmalıdır. Fars, Türk veya Arap olmaları fark etmez. Demokratik ulus perspektifiyle hareket etmeliyiz. Eğer Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da bu perspektifle hareket eder ve 2016 yılından çıkardığımız tecrübeler temelinde 2017 yılına yaklaşırsak, biz bu faşizm dalgasını kırabiliriz. Böyle olursa ancak demokrasi ve özgürlüklerin önü açılabilir.

İnanıyoruz ki; Önder Apo’yu ve Kürdistan’ı özgürleştirme, Türkiye’yi demokratikleştirme yürüyüşünde kararlı bir şekilde hareket edersek, 2017 yılı demokrasi, özgürlük ve başarı yılı olacaktır. Umudumuz ve inancımız bu yönlüdür. Bu temelde bir kez daha herkesin yeni yılını kutluyor, 2017 yılında başarılar diliyorum.”