Karayılan: Türk devleti Minbic ve Rakka’da blöf yapıyor

Türk devletinin ABD ve Rusya’nın onayı olmadan Minbic’a saldırmayacağını belirten Karayılan, Erdoğan’ın Kürt düşmanlığından dolayı Kuzey Suriye’de blöf siyaseti yürüttüğünü ancak başarısız olacağını vurguladı.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, DAİŞ’ın anlaşmalı olarak Bab’ı Türk ordusuna bıraktığını ve ortada bir ‘başarı’ durumunun olmadığını belirtti.

Türk devletinin Şehba bölgesinin işgali için ABD, Rusya ve DAİŞ’le yaptığı anlaşmalara dikkat çeken Karayılan, sürecin bundan sonra nasıl gelişeceğine dair önemli değerlendirmelerde bulundu.

Türk devletinin ABD ve Rusya’nın onayı olmadan Minbic’a saldırmayacağını belirten Karayılan, Erdoğan’ın Kürt düşmanlığından dolayı Kuzey Suriye’de blöf siyaseti yürüttüğünü ancak başarısız olacağını vurguladı.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Kuzey Suriye ve Rojava’daki gelişmelere ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

AKP yetkilileri her gün Bab’ı aldıklarını belirtiyor ama buna rağmen sık sık Bab’dan ölüm haberleri geliyor. Siz daha önce de bölge hakkında kamuoyuna çeşitli bilgilendirmelerde bulunmuştunuz. Şehba’da neler oluyor?

Türk ordusu Bab’ta başarısızdır. 7 ay boyunca uğraştı, şimdi Bab’ı aldığını söylüyor. Halen de aslında her tarafına girmiş değildir ama bundan sonra girebilir.

Neden?

Çünkü ortada anlaşma vardır.

Ne gibi anlaşmalar?

Türk ordusunun yanındaki bir takım ÖSO diye adlandırdıkları bazı çeteci gruplarla 7 ay ardından Bab’a girmiş olması, öyle askeri güç ve kudretten ziyade, politik-diplomatik görüşmelerle olmuş bir şeydir. Biliyoruz ki Türk devleti önce ABD’den 20 km’ye kadar Suriye içlerine kadar ilerleme izni aldı. Rusya’dan ise 25 km’ye kadar izin aldı. Daiş’ten de Exterîn’e kadar (ki o da 35-40 km oluyor) izin aldığı açığa çıktı. Yani Cerablus’a, Dabiq’a, Rai’ye bu temelde anlaşmalarla girdi Türk ordusu.

TÜRK ORDUSU ANLAŞMAYA UYMADI

Türk devleti 20 km’yi geçince ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon güçleri Türk devletine sağladıkları yardımı kestiler. Çünkü anlaşmaya uymadı. Fakat Türk devleti bir hamle yaparak Rusya ile Halep üzerinden bir anlaşma yaptı. ‘Al-ver’ tarzında, ‘biz Halep’i verelim, sen de Bab’ı ver’ biçiminde bir anlaşma ile Rusya’dan Bab’a kadar gelme iznini çıkardılar. Ama sonra Exterîn’e kadar gelince, bu sefer Daiş’le yaptıkları anlaşmaya takıldılar. Türkiye, “biz sınırımızdan, yani Cerablus’tan sizi çıkarmak zorundayız; biz gelmezsek, zaten YPG gelecek” gibi argümanlarla Daiş’i belli bir yere kadar ikna etmişti. Ama sonra Bab’a da girmeyi dayatınca Daiş bunu kabul etmedi. Dolayısıyla Daiş’le arasında ilk kez çatışma çıktı.

DAİŞ ANLAŞMAYLA BAB’DAN ÇIKTI

Bu çatışma iki aya yakın bir zaman sürdü. Çatışmayla Bab’ın bırakalım bir mahallesini, bir evini bile alamadılar. Zar zor o Cebel Eqil’a girdiler; girdiklerine bin pişman oldular; tekrar bırakıp geri çekildiler. Daiş’in direnişi karşısında ilerleyecek bir performanslarının olmadığını görünce de, tekrardan Daiş’le anlaştılar. Yani Daiş yeni bir anlaşmayla Bab’dan çıktı. Muhtemelen bunun karşılığında Daiş de başka şeyler almıştır. Basına da yansıyan, o yakalanan cephane dolu 2-3 kamyon da bu kapsamdadır. Kısacası MİT’in Daiş’le de alış-verişi vardır. Bu bağlamda yapılan uzlaşma sonucu Daiş Bab’dan kendi rızası ile çıktı. Ama ardından bazı tuzaklar bırakmış olacaklar ki, şimdi Türk ordusu onlarla uğraşıyor. Mevcut durumda Bab’da kimse yok. Giremedikleri yerlere, tuzaklardan korktukları için giremiyorlar. Orada direnen kimse yok; çünkü Daiş kendisini oradan çekti. Hatta 2 hafta önce Türk basınında, “Daiş geri çekiliyor”, vb. çıkan haberlerin döneminde bu anlaşmayı yapmışlardı ama her nedense Daiş anlaşmayı gecikmeli olarak yaşama geçirdi.

ORTADA ‘BAŞARI’ YOKTUR

Kısacası, Türk ordusunun bu çete gruplarıyla birlikte Bab’a girişinin esas nedeni bu anlaşmalar dizisidir. Bir onunla anlaşıyor, ona taviz veriyor; bir diğeriyle anlaşıyor, ona taviz veriyor. Yani her biriyle bir taviz karşılığında anlaşarak kendisine yer açtı ve Bab’a kadar gelmiş oldu. Tüm amacı Kürtlerin önüne engel çıkarmak, yani her iki kantonun birleşmesinin önüne kütük gibi bir set çekmektir. Bunu da başarı sayıyor. Burada bir başarı yok. Zaten Kürtler de artık kantonların birleşmesini değil, Kuzey Suriye’de bir federasyonlaşmayı önlerine koymuş bulunuyorlar. Yani Arap halkıyla ve siyasi güçleriyle birlikte sadece üç kantonla sınırlı bir alanı değil, Kuzey Suriye’nin tümünde bir federasyonlaşmayı öngören bir mücadeleyi hedeflemiş bulunuyorlar. Bu mücadele sonuca giderse, zaten hepsi birleşmiş olacak. Kısaca Türk devletinin hesapları dar hesaplardır. Bu biçimde sözüm ona Rojava Devrimi’nin önüne geçmeyi planlıyorlar ama bu mümkün değildir. Rojava Devrimi’ne karşı çıkmak artık akıntıya karşı kürek çekmeyle eşanlamlıdır. Bunu başaramayacakları açıktır.

AKP sık sık Bab ardından Minbic ya da Rakk’ya dönük operasyon yapmaktan bahsediyor. Bir yandan Minbic Askeri Meclisi buna karşı açıklama yaptı ve bir yönelim olursa her türlü direneceklerini belirtti; diğer yandan ise zaten QSD Rakka’ya doğru hızla ilerliyor ve Türk devletinin oraya gitmesinin pek gerekli olmadığı görülüyor. Böylesi bir ortamda Türk devletinin bu söylemleri kullanmasının nedenleri nelerdir?

TÜRK DEVLETİ MINBIC’A GİREMEZ

Bunların hiçbirisi, başka güçlerle anlaşma yapmadan Türk devletinin tek başına yapabileceği şeyler değildir. Yani Türk devleti kendi gücüyle Minbic’a giremez. Orayı alanlar orayı bırakmaz ki! Onlar Daiş’ten çok daha savaşkandır. Ama Türk devleti kendisini ABD’ye dayatmak, ABD’nin yeni yönetimini bir tercihe zorlamak istiyor; “ya ben, ya YPG” diyor. ABD’yi bu anlamda bir tercihe zorlamak için kendisini şımarık bir çocuk gibi hep dayatıyor. Eğer ABD sözüm ona onay verirse Minbic’a ve Rakka’ya açılacakmış. ABD nasıl onay verecek? Orayı alanlar kanla aldılar. Ama bunlar uluslararası düzeyde Türkiye’yi pazarlayarak Kürtlere karşı mevzi elde etme peşindedir. İşte AKP-MHP yönetimi, bu kadar dar, bu kadar şoven, bu kadar ırkçı, bu kadar düşmanca bir politikayla sonuç almak istiyor.

Bu biraz daha uluslararası düzlemdeki gelişmelerle bağlantılı bir şeydir. Eğer öyle bir yönelimleri tek başına olursa kesin sonuç alamazlar. Kaldı ki tek başına yapmaları mümkün değildir. Zaten izinle oraya gitmişler; o iznin dışına çıkmaları söz konusu olmaz. Onların bütün derdi, ABD’nin yeni yönetiminin onlara bir yer açması, yeni bir referans sunması ve bu temelde bir açılım yapmaktır. Bunun yapılamayacağı bir çok kez dile getirilmesine rağmen, yine de bunlar tekrardan kendilerini dayatıyorlar. Rakka operasyonu, zaten 2 aydan beridir QSD güçleri tarafından başlatılan bir süreçtir. Bu güçlerin Rakka’yı kuşatmasına az kalmıştır. Yani Rakka operasyonu daha başlamamış değil; başlayıp şu an devam etmekte olan bir süreçtir. Buna rağmen Türk devleti ABD ile birlikte Rakka’ya girebileceğinden söz ediyor.

ABD ‘YÜRÜ’ DESE BİLE TÜRKLER MINBIC’A GİDEMEZ

Türk devletinin bu söylemleri kullanmasındaki amaçları nelerdir?

Aslında Türk devletinin Reqqa’dan, Minbic’dan bu kadar bahsetmesinin üç amacı var: Birinci amacı iç siyasete dönüktür; “biz çok güçlüyüz, her tarafa el atabiliriz ama ABD ve uluslararası güçler yol açmadıkları için Bab’la sınırlı kalmak zorunda kaldık” demeye getiriyorlar. Halbuki ABD ‘hadi ilerleyin’ dese, ilerleyecek takati de yoktur. İki ay boyunca Bab’da bir evi bile alamayan bir güç, nasıl o kadar içeriye gidip Rakka’yı alacak! Türk devletinin bu yönlü sözleri bir blöften ibarettir; iç dönük siyasetin bir gereği olarak hep gündemleştiriyorlar.

İkincisi, sürekli bu istemleri ileri sürerek, Bab’da kalıcı olmanın zeminini yaratmaya çalışıyor. Bilindiği kadarıyla Rusya’yla anlaşmaları gereği, Bab’ı aldıktan sonra rejim güçlerine devretmeleri gerekiyor. Ama Türk devleti bunu yapmayacak. Rusya’ya verdiği sözü tutmayacak. Bu yüzden, bu sefer de ABD’ye dayanmak istiyor. ABD’ye dayanarak Bab’da kendisini kalıcı hale getirmek istiyor. Amacı Bab’da kalıp, çıkmamaktır. Bu anlamda Rusya’yla ve rejimle yaptığı anlaşmaya uymayacağı kesindir. “Hazırdan ABD’nin icazetiyle Minbîc’e de konabilirim” diye hesap yapmaktadır ama evdeki hesapların çarşıya uymadığı çok sefer görülmüştür.

Bu isteklerinin ve politikalarının ne ABD ne de Rusya tarafından kabul görmeyeceğini bile bile bunları dayatmasındaki üçüncü amacı ise, özellikle ABD’yi töhmet altında bırakıp bize, yani PKK’ye karşı daha fazla destek peşinde koşmasıdır. Yani kendisini akıllı gören Erdoğan ve ekibi, bu taktik numaralarla Bab’da kendisini kalıcı hale getirecek; yapabilirse Minbîc’i de alacak; bir de PKK’ye karşı daha bol miktarda destek almış olacak. Rakka’dan söz etmesi ise kesinlikle blöf ve yalandır. Öyle bir gücü yoktur. O bunları dayatarak belirttiğimiz bu üç amaç peşinde koşmaktadır. Bu amaçlarına ulaşmak için çeşitli biçimlerde kendisini dayatabilir. Örneğin Minbîc’e ya da Efrîn’e saldırı taktiklerini geliştirebilir.

Zaten görüldüğü kadarıyla, sürekli Rojava sınırına saldırılar yapıyor...

Evet. Bu tür saldırılar yaparak YPG’nin bir gücünü güvenlik nedeniyle sınırda tutmasını sağlıyor; böylece QSD’nin Rakka operasyonunu zayıflatmaya çalışıyor.

Peki ABD’nin ve diğer uluslararası güçlerin bu konudaki tavrı nasıldır? Yeterli görüyor musunuz?

Şimdiye kadar ABD’nin ve diğer uluslararası güçlerin de bu konuda Türkiye’ye göz yumma durumu vardır. Mesela Türk devletinin sürekli bir biçimde Rojava sınırını ihlal etmesi ve Rojava’da bir sürü Kürt ve Arap insanını katletmesine ne ABD, ne Rusya, ne de diğer Avrupa ülkeleri doğru dürüst bir tavır koymadılar. Halbuki Erdoğan’ın sınırdaki bu saldırıları aslında Daiş’e destek amaçlı ve Rakka operasyonunu zayıflatan saldırılardır. Buna rağmen kimsenin ses çıkarmaması ilginç bir durumdur.

KÜRT KARŞITI SİYASET SONUÇ ALAMAYACAKTIR

Tabi tarih, bunların böyle Kürt karşıtı bir siyasetle sonuç alamayacağını gösterecektir. Çünkü Kürtlere zaten tarihte büyük bir haksızlık oldu. Şimdi Ortadoğu’da mevcut yürütülen mücadelede Kürtler bir aktördür ve bütün parçalarda yaşanan gelişmeler birbirini etkilemektedir. Bu nedenle, Kürtlerde ulusallaşma duygusu daha fazla gelişme göstermektedir. Artık bu gelişme sürecinin önüne geçmek mümkün değildir. Nasıl ki güneş balçıkla sıvanamazsa, Kürtlerin özgürleşmesinin önüne de artık geçilemez. AKP, yürüttüğü faşizan baskı ve saldırı politikasıyla bunu başaramaz. Ne Rojava’da, ne Bakur’da, ne Başûr’da, ne de Rojhilat’ta, hiçbir yerde artık baskılar sökmez. Çünkü Kürtler bilinçlenmiş, artı bir de silahlanmış, güçlenmiş; siyaseti ve stratejisi var, önderliği var, özgürlük amacı var. Önder Apo’nun bugün Kürdistan’da geliştirdiği aydınlanma ve bilinçlenmenin ulaştığı bir düzey vardır. Bunu bir biçimde artık göz ardı ederek sonuca gitmeleri imkansızdır.

Karayılan'la yapılan röportajın birinci bölümü: http://www.firatnews.com/kurdistan/karayilan-dan-sinir-otesi-operasyon-aciklamasi-gelecekleri-varsa-gorecekleri-de-olur