GÖRÜNTÜLÜ

Danıştay ve bakanlığın Sur tezgahı!

Bakanlar Kurulu'nun Sur ile ilgili Kamulaştırma Kanunu'na yönelik Danıştay’a yapılan yürütmenin durdurulması başvurusu reddedildi. Avukat Muzaffer Özdemir, kararın Sur'da telafisi imkansız talanı doğurduğunu söyledi.

Amed’in Sur ilçesinde 28 Kasım 2015’te başlayan ve 104 gün süren şiddetli çatışmalarda devlet güçleri tarafından yerle bir edilen tarihi bölgedeki yıkıma kılıf yapılan “Acele Kamulaştırma” kararıyla ilgili hukuksuzluklar bir bir ortaya çıkıyor. 6 mahallesinde “sokağa çıkma yasağı”nın devam ettiği ilçede yaşayan 40 bin insan evsiz kalmış, bu evlerin olduğu yerler tamamen yıkılmışken, devlet 21 Mart 2016 tarihinde Suriçi’nin tamamı hakkında “Acele Kamulaştırma” kararı vermişti. Verilen bu karara dayanak olarak ise 2012 yılından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen “afet riski alanı” kararı gerekçe gösterildi. Oysa ki 2013 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan çalışmada afet riski altındaki yapıların oranının sadece yüzde 6 olduğu, orta riskli yapıların oranının ise yüzde 20 olduğu belirtilmişti. Geri kalanlar için ise afet riskinin çok düşük olduğu rapor edilmişti. Bu da yetmezmiş gibi 10 ay önce verilen “acele kamulaştırma” kararının projesi ise 28 Aralık 2016 tarihinde açıklandı. Kamulaştırma Kanunu’na göre karar verilmeden önce projenin açıklanması gerekiyor. Hukuksuzca verilen kararın yürütmesinin durdurulması talebiyle aileler aracılığıyla bir grup avukatın Danıştay’a yaptığı başvuruya 10 Ocak’ta ret yanıtı verildi. Danıştay, Bakanlar Kurulu’nun verdiği kararı yerinde buldu.

Dünya Kültür Mirası Listesi’nde UNESCO’nun koruması altında olan Sur’un büyük bölümünün tahrip olduğunu dile getiren başvurucu avukatlardan Muzaffer Özdemir, hukuk garabetini değerlendirdi. Özdemir, ilçe ile ilgili şu vurguda bulundu: “Burası 1990’da tarihi miras alanı olarak ilan edilen bir bölgeydi. Sur ilçesi ile ilgili ilk olarak belediye tarafından 2012 yılında ‘koruma amaçlı imar planı’ düzenleniyor. Bu planın düzenlediği tarihte ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı afet riskli alan kararı alıyor.”

BAKANLIK 2012’DEKİ RAPORU İLE ÇELİŞTİ

2015 yılından başlayan çatışmalarla birlikte yaklaşık 6 mahallenin ortadan kalktığı bir sürecin yaşandığına değinen Özdemir, çatışmaların son bulmasıyla birlikte bakanlık tarafından Sur’un tamamına ilişkin 21 Mart 2016 tarihinde ‘Acele Kamulaştırma Kararı’ alındığını söyledi. Bu karar alınırken 2012 yılındaki ‘Afet Riski Alan’ kararının gerekçe gösterildiğini hatırlatan Özdemir, şu itirazda bulundu: “Fakat afet riski alan kararının kendisi hukuka aykırı olarak alınan bir karardı. Zira Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2013 yılında Suriçi ilçesi için yapmış olduğu tespit raporunda burada depremde birinci derecede riski arz eden yapıların oranının yüzde 6 gibi bir oran olduğunu söyledi. Orta derece risk arz edilen yapıların ise yüzde 21 olduğu, diğer yapıların ise deprem riski oranının çok daha düşük olduğuna dair Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kendi hazırladığı bir rapor vardı.”

KARARA KARŞI DAVA AÇILDI

Bu kadar düşük riskin olduğu bir alanda “Afet Riski Alan” ilan etmenin izahatının olmadığına dikkat çeken Özdemir, “Bu projenin ilanından 4 gün sonra karara ilişkin dava açtık. Açtığımız davada da bakanlığın 21 Mart 2016 tarihindeki ‘Acele kamulaştırma’ kararına karşıydık. Aynı zamanda afet riski kararına da karşı dava açtık. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın vermiş olduğu kararında 4 ayrı sebeple Suriçi’nde Acele Kamulaştırma kararı almıştı. Bakanlık riskli yapıların olduğunu ve bu yapıların can ve mal tehdit ettiğini belirtti. Aynı zamanda tarihi ve kültürel miras içerisinde ve bununla bağdaşmayan yapıların olduğunu dolasıyla bu sebeple ‘Acele Kamulaştırma Kararı’nın alındığı belirtti. Alandaki kültür farklılıklarının restorasyon bakım ve onarımının yapılması amacıyla bu kararın alındığı söyleniyordu. Son olarak da Sur ilçesinde meydana gelen çatışmalar nedeniyle buradaki yapılan büyük oranda tahrip olduğu, dolayısıyla bunların iyileştirilmesi can ve mal güvenliğinin önüne geçmek maksadıyla bu acele kamulaştırma kararının alındığına dair cevap verildi” dedi.

‘RİSKSİZ ALANLAR DA DAHİL EDİLDİ’

Kararın temel sıkıntısının öncelikli olarak 6 mahallede çatışmalar yaşanmasına rağmen Suriçi’nin tamamına ilişkin “Acele kamulaştırma Kararı” verilmesi olduğunu aktaran Özdemir, herhangi bir çatışmanın olmadığı hele hele Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kendi raporunda deprem riski oranının çok düşük olduğunu tespit ettiği alanların da bu kapsama dahil edilmesinin düşündürücü olduğunu ifade etti. Özdemir, “21 Mart tarihli Bakanlar Kurulu gerekçesinde ‘Suriçi’nde çatışmalar meydana gelmişti. Bu çatışmalar neticesinde yapılar yıkılmıştır. Can ve mal güvenliğini tehdit etmektedir. Bu yüzden acele kamulaştırma kararı alıyorum’ demiyor. ‘2012 yılında afet riski alan ilan edilmişti. Buna dayanarak kamulaştırma kararını alıyorum’ diyor. İdare hukuku anlamında baktığımızda her iki olay ve alınan her karar kendi alındığı tarihi itibari ile hüküm doğurur. Sonradan ortaya çıkan şartların geç de alınmış bir kararın gerekçesi yapılması mümkün değildir” vurgusu yaptı.

‘KANUNA AYKIRILIKLAR VAR’

Suriçi’nde ne yapılacağı belli olmadan kamulaştırma kararı verildiğini anımsatan Özdemir, Kamulaştırma Kanunu’nun bu konuda açık olduğunu kaydetti. Kanuna göre kamulaştırmada “kamu yararı” şartı olduğunun altını çizen Özdemir, “Bir de yapacağınızı önceden belirtmek koşuluyla ortaya koyarsınız. ‘Şu parseli şu amaçla kamulaştırıyorum. Şu amaçla kullanıyorum’ diyerek net bir şekilde söylersiniz ve buna göre bir kamulaştırma yaparsınız. Oysaki acele kamulaştırma kararı alındığı tarihte Suriçi’nde ne yapılacağı henüz belli değildi. Nitekim Suriçi planı geçen hafta açıklandı. Bu da yetmezmiş gibi 28 Aralık 2016 tarihinde Koruma Amaçlı İmar Planı’nın değiştirilmesine dair bir karar alındı Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından. Bu da Diyarbakır Valiliği tarafından ilan edildi. Bunların hepsi ayrı ayrı hukuka aykırılıklardır” değerlendirmesi yaptı.

‘DAVALARIN AYRI AÇILMASI KARARI VERİLDİ’

Kamulaştırmanın ağır bir yaptırım ve mülkiyet hakkının kısıtlanması anlamına geldiğini dile getiren Özdemir, bu hakkın ancak belli koşullarda sınırlandırabileceğini vurguladı. Özdemir, “Şu anki mevzuatta durum böyledir, uluslararası hukuk anlamında da bu durum böyledir. Fakat Danıştay’a açtığımız iptal davasında öncelikle işlemin dayanağı 2012 yılındaki Afet Riski Alan kararı iken, öncelikli bu davaların ayrı ayrı görülmesi yönünde bir karar verdi. Bu en baştan yanlış ve hatalı olan bir kısım. Çünkü 2 işlemi bir birinden ayırma imkanınız yoktur hukuken. Acele kamulaştırma kararının dayanağı afet riski alan kararıdır. Dolayısıyla birlikte açılmalıdır. Buna rağmen biz davayı ayrı ayrı açmak zorunda kaldık. Acele kamulaştırma ve afet riski alan kararlarını ayrı ayrı Danıştay’a başvurduk” diye aktardı.

‘DANIŞTAY HUKUKA AYKIRI DAVRANDI’

Danıştay’ın yürütmeyi durdurma yönündeki başvuruyu reddettiğini aktaran Özdemir, “Ret gerekçesinde de kararın uygun ve yerinde olduğu belirtiliyor. Burada söz konusu olan bir yıkım işlemi gerçekleştiriliyor. Buranın tamamen yıkılması söz konusudur. Buralar yıkıldıktan sonra Danıştay yarın iptal kararı verse de bir anlamı kalmayacak. Kaldı ki halihazırda 6 mahallenin tamamı kıyılmış durumda. Kendi belirttikleri gerekçeler dahi ortadan kaldırmış durumda. Tarihi kültürel varlık neredeyse Suriçi’nde kalmadı. Bundan sonrası için ne yapılacak biz merak içindeyiz. Danıştay şu haliyle verdiği karar açık bir şekilde hukuka aykırıdır. Açık bir şekilde dayanaksız bir karardır” dedi.