Hatice Ana: Oğullarım bana şerefli bir miras bıraktı

İki oğlu Kürdistan Özgürlük Mücadelesi'nde şehadete ulaşan Hatice Ana, "Belki gözümün önünde değiller ama bana bu şerefi yaşattılar çocuklarım. İnanıyorum ki kanları yerde kalmayacak ve mücadeleleri de yarım bırakılmayacaktır" dedi.

Özgürlüğe susamış topraklarda yaşanan hikayelerinin sonu gelmez. Her hikaye yeni bir hikayeye gebedir, küllerinden yeniden doğan Simurg (Anka Kuşu) misali… Kürdistan’da da her doğuş ısrarlı bir ölümsüzlüğe götürür. Hikayeler özünde sonu kabul etmez ve kök salar, yeniden yeşertir iradesini. 

Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin iki farklı tarih sahnesinde iki kardeşin direnişi. '90’lı yıllarda hakikatin peşinden gidip özgürlük uğruna şehadete ermiş Herekol Çiyazan’dan sonra, günümüzde aynı isimle, aynı mücadeleyi göğüsleyip devam ettiren cesur, sımsıkı bağlanmış kardeş yüreği…

Hatice Aydın, Gever’den Kandil'e, oradan Gever direnişine; özgürlük uğruna isimlerini tarihe yazan iki oğlunun yaşam hikayesini ANF’ye anlattı.

‘GİTTİĞİ YOLUN, ÖZGÜR DAĞLARININ AŞIĞIYDI’

Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin filiz verdiği dönemlerde, 1976 yılının baharında dünyaya gelir Herekol Çiyazan (Engin Aydın). Anne Aydın, Herekol’un hikayesini şöyle anlatıyor:

"Oğlum Herekol çok iyi kalpli bir insandı. Her fakirin elinden tutan dost canlısı biriydi. Sistemin eğitim koşullarını özüne tezat görürdü ve bu yüzden orta öğretimden sonra okulu bırakıp iş hayatına atıldı. O kadar maharetliydi ki bir sanayi atölyesinden yaşına rağmen kısa sürede usta olmuştu. Çok çalışkan, marifetliydi ve neredeyse her işten anlıyordu. Ekmeğini bölüşen bir yapısı vardı. Ailesi ve çevresine olan saygısından çok seviliyordu. Halkının acı çekmesine tahammülü yoktu, haksızlığı kabul etmezdi ve bu yüzden çok üzülürdü. Kürt halkının yaşadığı acılar yüreğini sızlatıyordu. Bu çekilen acıların son bulması konusunda devamlı sorgulayan bir karaktere sahipti. Hakikatin peşinden ilerleyen ruhu, Kürt Özgürlük Mücadelesi'ni tanımasına vesile olmuştu. Bu mücadeleyi şeref mücadelesi olarak görüyor ve çok önemsiyordu. Ya özgür bir yaşam yaşanmalı bu topraklarda ya da bu uğurda ölümüne de olsa bir mücadele verilmeli, derdi. Gittiği yolun, özgür dağlarının aşığıydı.’’

‘90’LI YILLARDA DA KORKUSUZ BİR DİRENİŞ RUHU VARDI’

Devletin Kürt halkı üzerindeki baskılarından kaynaklı oğlunun silahlı mücadeleye katıldığını aktaran 65 yaşındaki Hatice Ana, devam ediyor:

"Devletin '90'lı dönemlerin başında şimdiki gibi sıkı bir baskısı vardı Kürt halkının üzerinde. Gözaltılar, işkenceler, tutuklamalar, infazlar ve kaybetmeler çok yoğun yaşanıyordu. Fakat tüm bunlara rağmen güçlü, korkusuz bir direniş ruhu da vardı. Her an her şey olabiliyor ve oluyordu da. Oğlum Herekol'un duruşu da sürece göre olgunlaşmıştı adeta. Hiç unutmam; bir gün akşam işten eve gelirken, gömleğinin yakasında çalıştığı atölyedeki makinelerin yağından yapışmıştı. Gömleğinde yağ var, çıkart da yıkayayım, dedim. Yağ lekesinin zor çıktığını bildiğinden bana yıkatmamış, konuyu değiştirmeye çalışmıştı. Ben çok ısrar edince, 'yarın benim taziyem olacak, o zaman üstümdekilerin hepsini birden değiştiririm' diye cevap vermişti. Üzerimden sert bir rüzgar geçmiş, üşümüştüm. O az söyledi ama ben çok şey anlamıştım ve kısa bir süre sonra 1993'te yönünü aşık olduğu dağlara verip, PKK saflarına katıldı. Gidişi beni hiç şaşırtmamıştı. 1994 yılında Zagros bölgesinde bulunduğu haberini aldım. Birkaç yıl sonrasında da fotoğrafları elime ulaştı. Fotoğraflarına bakarken bile benimle sohbet ettiğini hissederdim. Mutluydu ve gülümsüyordu. Herekol, katılımından 7 yıl sonra, yani 21 Aralık 2000'de Kürdistan'ın güneyinde, Qaladize'de şehit düştü. Oğlumun mezarı Mehmet Karasungur Şehitliği'nde bulunuyor."

‘BİRBİRLERİNE BENZİYORLARDI'

Hatice Ana, oğullarının benzer özellikleri taşıdıklarını da söylüyor: "Ortanca oğlum Ersin Aydın (Herekol) 2 Ağustos 1978'de Gever'de doğdu. Ağabeyi Herekol ile inanılmaz ortak noktaları vardı ve karakter olarak birbirlerine çok benziyorlardı. O da ilkokuldan sonra eğitimi bırakıp iş hayatına başladı. O da ağabeyi gibi bir demirci atölyesinde ustaydı. Ersin çok şakacı ve şen birisiydi. İnsanlarla iletişimi, ilişkileri çok iyiydi. Arkadaşları arasında örnek gösterilen bir çocuktu."

‘DUYARLI VE HASSAS BİRİYDİ’

’’Bir şeyin boş yere ziyan edilmesine dayanamazdı. Bunu yaşantısında da gösterir, günde bir öğün yemek yerdi. İnanılmaz bir saygısı vardı. Öyle ki evde bir gün olsun onu atletle görmüşlüğüm yoktur. Üzerime çok titrer, acı çekmeme, üzülmeme dayanamazdı. Bir gün Ersin, omuzunda oluşan bir sivilceyi ameliyatla aldırmıştı. Yarasını merak ettiğimden ısrarlı bir şekilde bakmak istedim ama üzülmeyeyim diye göstermemişti. O derece duyarlı ve hassas bir çocuktu. Bildim bileli makarna yemeğini çok sever ve hep makarna yapmamı isterdi. Ama son yıllarda yemeklerde ayrım yapmaz, ne varsa onu yerdi. Yine önceleri kıyafetlerini günlük değiştirirken son dönemlerde birkaç gün üstünden çıkarmazdı. Çok düşünmekten sanki unutkanlık başlamıştı biraz."

‘BAŞIMA GELEBİLECEK EN BÜYÜK ŞEY...'

Hatice Ana'ya göre, Herekol’ün şehadetiyle kardeşi de artık kararını vermişti:

"Ersin, ağabeyi Herekol'a çok bağlı biriydi. Ağabeyinin şehadeti onu çok üzmüştü. Zira, sonrasında Ersin'de de bir değişimin olduğunu fark ediyordum. Uzun bir dönem kabuğuna çekildi, sessizleşti. Önceleri her şeyini bizlerle paylaşan insan gitmiş, yerine sadece gündelik ve iş hayatını paylaşan biri gelmişti. O da biz konuşturmaya zorladığımızdan kaynaklı oluyordu. Parti çalışmalarında bulunduğunu kendisinden duymadığımız halde biliyorduk. Sonraları birkaç defa karşılıklı oturup konuştuk. 'Ağabeyin halkı için, toprağı için mücadele verirken şehit düştü. Alnım dimdik ve onur duyuyorum onunla. Ama benimkisi anne yüreğidir yine, üzüldüğüm de oluyor çoğu zaman. Onu çok özlüyorum mesela. Üzülmekten değil ama aynı durumu ikinci defa kaldırabilecek gücüm var mıdır bilemediğimden tedirginleşiyorum. Bulunduğun yol doğru yoldur biliyorum. Yolun haklı bir yoldur, onu da biliyorum. Biz Kürdüz ve Kürt olarak dünyaya geldik, bunu hiç kimse inkar edemez ve değiştiremez. Başına bir şey gelmesinden korkuyorum sadece' dedim. O da bana 'Başıma gelebilecek en büyük şey şehadetim olur ve o da onurlu, şerefli bir yoldan gittiğim için olacaktır' dedi.’’

'AĞABEYİNİN MÜCADELESİNİ TAŞIYORDU'

Hatice Ana, oğlunun mütemadiyen devletin baskısı altında olduğuna ve böylece direnişin kaçınılmaz olduğuna dikkati çekiyor:

"Gever direnişinden çok önce Ersin eylemlerde bulunduğundan kaynaklı 6 gün gözaltına kalmıştı. Sonrasında mahkemenin 6 yıl kadar tutuklanma kararı olduğu haberini aldık. Yani oğlum Ersin devamlı devletin baskısı altındaydı. Gever'de öz yönetim ilanından sonra direniş de başladı. Köyde evimiz olmasına rağmen ailece şehrimizi, mahallemizi, evimizi bırakmadık. Bütün direniş süresi boyunca mahalleden çıkmadık. Oğlum Ersin de devletin bu zulmüne karşı artık bütün varlığıyla mücadelesini göğüslemiş, YPS saflarına katılmıştı. Haftalarca süren bir çatışma sürecine girdi Gever. Başta üç mahalleyle başlayan direniş şehrin tamamını sarmaya başladı. Oğlum Ersin seyrek de olsa zaman zaman bulunduğuğumuz mahalleye gelir, bizlere moral verirdi, özgüven oluştururdu. 'Artık Ersin değil de ağabeyimin ismi Herekol olarak yaşantıma, mücadeleme devam edeceğim' dedi. Herekol'un mücadelesini taşıyordu, artık ismini de taşımaya başlamıştı. Zaten başta da belirttiğim gibi inanılmaz bir şekilde bağlıydı ona ve karakterleri de birbirinin aynısıydı."

‘OĞLUM HASTANEDE İNFAZ EDİLDİ’

Hatice Ana, oğlunun şehadet gününü de şöyle anlatıyor:

"Gever direnişinde öncü isimlerden biri ve ilk şehidimiz olan Memyan'dan 20 gün kadar sonra çatışmalar yine yoğunlaştı. Gever halkı mahallesini terk etmemiş, direnişe destek veriyordu. Havalar da yavaş yavaş soğumaya gidiyor ve kar yağışının artık yakın bir tarihte geleceğini hissediyorduk. O günlerin bir akşam saatinde, Kışla Mahallesi'nde bulunan oğlum Herekol, pusu kurarak panzerin saçtığı silahla ağır bir şekilde yaralandı. Bir sipere geçebilmek için, yoğun kan kaybı yaşadığı halde epey bir mesafeyi sürünerek geçmiş. Daha sonra Herekol'ü yoldaşları alabiliyorlar. Kadın, erkek, çocuk çığlıkları gecenin karanlığında silah sesleriyle bütünleşiyordu. O çatışmanın olduğu gece kendimi ateşin üstünde duruyormuş gibi hissediyordum. Çok telaşlanmıştım ve yaşları küçük olan torunlarım da çok korkuyorlardı. Birkaç defa Herekol'ün küçük kardeşi dışarıya çıkmaya yeltendi ama çatışmanın yoğunluğundan gidemedi. Silah sesleri kesildikten bir müddet sonra, küçük oğlumun telefonu çalmaya başladı ve bu telefonla Herekol'ün yaralandığından haberdar olduk. Bulunduğum mahalledeki çatışma koşullarından bizler gidememiş ama halkın desteğiyle Herekol hastaneye kaldırılmıştı. Oğlum Herekol'ün hastaneye kaldırıldığı zamandan birkaç saat sonra, 8 Aralık 2016'da şehit düştü. Öyle hissediyorum ki oğlum hastanede infaz edildi. Çünkü oğlumu hastaneye götüren aracın sürücüsünü de darp edip tutuklamışlardı. Bazen düşünüyorum da keşke oğlum hastaneye kaldırılmasaydı da mücadele verdiği cephesinde şehadete uğrasaydı. Tıpkı oğlum Herekol Çiyazan gibi mücadele verdiği noktada...’’

‘BİZ GURURLUYUZ; ONLAR BOĞULACAKLAR!'

Anne Hatice Aydın, iki oğlunun şehadetiyle de gurur duyuyor:

"Hastaneden cenazemizi alana kadar bizlere çok acı çektirdiler. Aralarında belediye eş başkanlarının ve parti eş başkanlarının bulunduğu yoğun bir kalabalıkla Orman Mahallesi'ndeki şehitlikte oğlumu defnettik. Oğlumun şehadetinden sonra da ne çok sevildiğini anladım. Çünkü taziyesine gelen insanlardan oğlumu çok dinledim. Neler neler duymadım ki? Hakkında konuşan her insan, anne, genç, yaşlı kendisine maddi veya manevi destekte çok bulunduğunu anlattılar. Oğlumla hep gurur duyan ben, bir kez daha hem gurur, hem de onur duymuştum. Belki gözümün önünde değiller ama bana bu şerefi yaşattılar çocuklarım.  İnanıyorum ki oğlumun kanı yerde kalmayacak ve mücadeleleri de yarım bırakılmayacaktır.  Çünkü yıllardır devletin baskısı altında kalan ailem ve Kürt halkı, faşist sistemin verdiği acılarla kin doldu. Sistem bizde zorla kin oluşturmaya çalıştı. Bu kini oluşturanlar, içerisinde de boğulacaklar."